Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

İlayda Hilal

Kleopatra, kadın kölelerin memelerine altın iğneler batırmayı severmiş. Onların çığlıklarından, acıya kıvranmalarından büyük zevk duyarmış. Bizler bugün hala uygarlık öncesi bir dönemde yaşıyoruz. Çünkü bizler de, hala insanları iğnelemekten zevk alıyoruz. Zaten altın iğneler sırf can sıkıntısından saplanmıştır. Asıl kötü olan, çoğu insanın kendisine saplanan bu iğnelerden memnun olmasıdır; çünkü, insanoğlu aptaldır. Son derece aptal.
Reklam
Bir matematik ya da felsefe yazarı sisli bir derinlikle yazıyorsa, saçmalıyor demektir.
İyi kitaplar okumak, geçmiş yüzyılların en ünlü beyinleriyle sohbet etmeye, hatta bu yazarların en iyi düşüncelerini bize açtıkları bir sohbete benzer.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Virginia Woolf’un feminizminin bir nedeni de, The Three Guineas ’te belirttiği gibi, savaşları kadınların değil, erkeklerin yaptığı düşüncesidir: Savaş, bir erkek uğraşıdır; erkeklerin kafa yapısının bir ürünüdür; erkeklerin mesleğidir. Erkekler, kadınları kültürel yaşamdan, toplumsal yaşamdan dışlayarak, kendi egemenliklerini kurmuşlardır. Onların iktidarı tekellerine almaları, önce faşizme, sonra da faşizmin doğal sonucu olan savaşa meydan vermiştir. A Room of One’s Own’ da (Kendine Ait bir Oda) kadınların –ister İngiliz, ister Fransız, ister Alman olsunlar– bombaların ışığında, onları yöneten erkeklerin yüzlerindeki çirkinliği ve aptallığı görünce şok geçirdiklerini söyler. Virginia Woolf, belki bu yüzden, erkeklerin egemen oldukları bir toplum tarafından onurlandırılmaya katlanamaz. Liverpool Üniversitesi’nin de, Manchester Üniversitesi’nin de ona vermek istedikleri fahri doktorayı, “It is an utterly corrupt society... And I will take nothing that it can give” (Bu, tümüyle kokuşmuş bir toplumdur... Bana verebileceği hiçbir şeyi almayacağım) diyerek reddeder.
Asıl sorun, ölümden sakınmak değil haksızlıktan sakınmaktır. Çünkü kötülük ölümden daha hızlı koşar.
Reklam
Çevremizdeki acıların tamamını bizim de çekmemiz gerekiyor. Hepimizin ortak bir vücudu yoktur, ama ortak bir büyüme yolumuz vardır, ve bu ise, şu ya da bu biçimde, acılar içinden götürür bizi. Nasıl ki çocuk belli bir gelişim sonucu yaşamın tüm evrelerinden geçer (her evre de istek ve korku bakımından bir önceki için erişilmez görünür aslında), yaşlanır ve sonunda ölürse, biz de bunun gibi (insanlıkla aramızdaki bağ, kendimizle aramızdaki bağdan güçsüz değildir), yaşadığımız dünyanın tüm acılarından geçerek gelişiriz. Bu konuda adalete yer yoktur, acılardan ürkmeye ya da acıları üstünlük olarak nitelemeye de yer yoktur.
Putlara tapınmanın ilk nedeni, kuşkusuz nesnelerden korku, ama, buna bağlı olarak, nesnelerin gerekliliğinden korku, ve buna bağlı olarak nesnelere karşı sorumluluktan korkuydu. Bu sorumluluk öylesine dayanılmaz bir şekilde ortaya çıktı ki, insan onu bir tek olağanüstü insanın omuzlarının üstüne yıkmayı göze alamadı, çünkü bir tek aracı da insanın sorumluluğunu azaltamayacaktı, yalnızca bir tek varlıkla ilişkisi, gereğinden fazla sorumluluğu insanın bir yük gibi sırtında taşımasına yol açacaktı, işte bundan dolayı her nesnenin sorumluluğu nesnenin kendisine verildi, daha da ileri gidilerek nesneler insanlardan en çok sorumlu tutuldular.
Giyotin gibi bir inanç, onun kadar ağır, onun kadar hafif.
Vejetaryen arayışın ilk adımı, bir yemek olarak etin hiçli­ğinin keşfini tam olarak idrak etmektir. Etin hiçliği, onun bi­rinden değil bir şeyden geldiğinin sanılmasından ve “hiç”bir şeye, “hiç” kimseye dönüştürülmüş olmasından kaynaklanır. İfşa etmek için kayıp gönderge sistemini tanımak gerekir. İfşa, ayrıca, etin genelde akıllara getirdiği herhangi bir olumlu ni­telikten yoksun kaldığı zamanlarda harekete geçirilebilir. Etin hiçliğinin farkına vardıktan sonra; bütün gösterişinin sos, terbiye ve aşçılık gibi maskelerin ardına gizlenmesinden kaynak­landığı ve sağladığı proteinlerin eşsiz ve yeri doldurulamaz olmadığı görülür. Etin hiçliği idrak edilirken, tabaktakinin yemek değil ceset olduğu anlaşılır.
Ataerkinin simgesi ettir
Feminist kuramcılar, geleneksel anlatının ata­ erkil kültür tarafından belirlendiği sonucuna varır. Feminist kurama göre, ataerkil anlatı erkek maceralarını ve kadın edil­ genliğini anlatır. Teresa de Lauretis durumu şöyle yorumlar: “Evlendirilecek bir prensesin olmadığı hiçbir masal yoktur.”
Reklam
Etin öyküsünün kavramsallaştırılması
Et yiyenler edebiyat eleştirmeninin rolünü üstlenmek, tra­jedi olduğunu bildikleri şeye (hayvanları öldürme trajedisi) zorla olumlu bir yorum yüklemek zorundadır; ancak onların gördüğü gerekli bir trajedidir. Bunu, hayvanların yaşamlarını insan ihtiyaçlarına tabi kılan öyküyü yaratan dili ve anlamı manipüle ederek yaparlar. Etin öyküsü; yeniden adlandırma, nesnenin yeniden konumlandırılması ve yeniden doğum ih­tiva eder. Üçüncü bölümde görmüş olduğumuz gibi, yeniden adlandırma sürekli meydana gelir. Et yemede kendimizi özne haline getirerek hayvanı özne olmaktan çıkarıp nesne olarak yeniden konumlandırırız. Hikaye ölümle değil, yeniden do­ğumla ve bizim yaşamlarımıza özümlenme ile biter; dolayısıyla et hayat verir. Et yemeyi tüketiciler olarak kabul ederiz; çünkü bu rol bizim bitmiş öykülerin tüketicisi olma rolümüzle örtüşür. Öykü yalnızca kapanma ile çözüme ulaşır; et yalnızca et yeme ile anlamını elde eder ve ancak bu şekilde bütün et üretimi sürecine bir meşrulaştırma sağlayabilir. Etin kendisi (yani dişil varlığı) her öykünün sonunda meydana gelen ka­panmayı temsil eder.
Sayfa 185Kitabı okudu
Hayvanın doğumu ve öykünün başlangıcı, öyküyü anlatısallığın geleneksel ve kar­şılıklılığın kültürel hareketine kilitler. Onlara canı biz verdik ve sonradan alabiliriz, tam da en başta biz vermiş olduğumuz için. Öykünün başlangıcını, nasıl sonlanacağına dair sahip ol­duğumuz bilgiye dayanarak yorumlarız. Etin öyküsünün kav­ramsallaştırılması insanların iradesine yapılan sürekli atıflarla mümkündür; hayvanların var olmasına biz izin veririz ve hay­vanların bizsiz var olamayacağına inanmaya başlarız.
Sayfa 185Kitabı okudu
Ataerki, sömürünün eşan­lamlısıdır ve hayvanların ve çevrenin sömürülmesinden daha fazla kabullenilmiş bir sömürü biçimi yoktur.
Cinsel şiddetin dili mecazi anlamda kullanıldığında, bizzat bedenlerine tecavüz edilen kadınlar kayıp gönderge haline gelir. Bu terimler, kadınları değil anca onların deneyimlerini akla getirir.
167 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.