"Hiçbir zaman adil yargılanmayacağımın çok iyi farkındaydım. Sonuç olarak, başkalarına yardım için başvurmanın bir faydası yoktu. Yapabileceğim tek şey, diye düşündüm, susmak, tahammül etmek ve soytarılığıma devam etmek."
İnsanlara karşı her zaman korku dolu bir ürperme hissettiğim ve insan gibi konuşma, insan gibi davranma yeteneğime hiçbir şekilde güvenmediğim için tüm korku ve endişelerimi toplayıp göğsümün derinliklerinde bir kutuya sakladım. Melankolimi ve öfkemi gizlemek için büyük çaba sarf ettim ve bunun yerine kendimi masum bir neşe havası geliştirmeye adadım. Böylece yavaş yavaş egsantrik bir soytarıya dönüştüm."
"En küçük azarlama bana kulakları sağır eden bir gök gürültüsü gibi gelirdi ve beni o kadar büyük bir güçle yere sererdi ki çıldıracak gibi olurdum. Bu tür azarlamalar, karşılık vermek şöyle dursun, nesilden nesile ve sonsuz çağlar boyunca yankılanan derin bir "gerçeğin" beyanı gibiydi. Bu "gerçeği"ihtiva edecek gücüm olmadığı için o yaştayken bile insanlar arasında yaşayamayacağımdan şüphelenmeye başlamıştım. Ne başkaları ile tartışabilir ne de kendimi savunabilirdim."
Görünürde her zaman gülümsüyor olsam da içeride çaresiz bir mücadeleyle debeleniyordum, bir ipte yürüyordum, ter içindeydim, onları eğlendirdikçe felaket ihtimali her an yaklaşıyordu.
"Düşündükçe daha da anlayamaz hale geliyorum ve kendimi, yalnızca benim tamamen farklı olduğum şeklindeki korkunç rahatsız edici düşüncenin saldırısına uğramış buluyorum. İnsanlarla genellik konuşamam bile. Neyi nasıl söylemem gerektiğini de hiç bilmiyorum."
Onu çok uzun bir süre beklemiştim. Hâlâ ilk günkü gibi sevdiğimi düşünüyordum. Bir gün ansızın yolda denk geldik ve ben hiç heyecan duymadım, kalbim delicesine çarpmadı sadece yanağımda küçük bir tebessüm belirdi. İşte böyleydi hayat. Ona olan sevginin aslında çok uzun zaman önce bitttiğini onunla karşılaşana kadar anlayamıyorsun.
Murat Ali Ersan/24.06.21