Sürekli değiştirmeye çabaladığımız ve sürekli de bunun için hor görülüp alay edildiğimiz ataerkil düzenin din istismarıyla birleşmesinin bir kadın için ne kadar acı verici olduğunu anlatan gerçek bir hikaye. Gözlerim dolu dolu çünkü Firdevs karakterinin yaşadığı zorlukları anlayabiliyorum. Maruz kaldığı şeyler öyle büyük ama içinde bulunduğu toplum için öylesine sıradan ki, bu bile insanın canının acımasına yetiyor.
Kadın sadece bir bedenden ibaret ve bu bedenin tek işlevi de erkeğin ihtiyaçlarını karşılamak. Yaş, konum, meslek, duygular vs hiçbir şeyin önemi yok. Kadınsan hizmet etmeye mecbursun. Yediğin yemek bile öylesine göze batıyor ki doyduğunu hissedemiyorsun, böylesi bir yaşam mümkün mü? Buna yaşam denir mi? Her bakışın ardında niyet sorgulamak zorunda kalmak, iyi olarak okunan niyetlerin bile ardında nice kötülüklerin saklı olduğunu görmek, bu kötülüklerin sebepsizce hedefi olmak ve asla kaçamamak...
Gerçekler en yalın haliyle anlatılmış, okurken beynimizin alev alev yandığını hissetmemizin sebebi bu çünkü kadınlar olarak Firdevs'i anlamak için empati kurmamıza gerek kalmıyor: biliyoruz. Kıyafet olarak, düşünce olarak, birtakım olanaklar açısından daha özgür olduğumuz düşünülse de rengine bile dikkat edemediğimiz onlarca, belki yüzlerce çift gözün tacizini biz de yaşamadık mı? İyi niyet olarak yorumladığımız her eylem bir bizden bir beklentiye dönüşmedi mi? Suçsuz olduğumuz durumlarda bile mahkum edilmedik mi? Erkeği aklama çabası kadar kadını karalama çabalarına her gün maruz kalmıyor muyuz?
O güzel burnundan öpüyorum Firdevs, kadınların gözlerini kaçırmak zorunda kalmadığı özgür yıllara...