Yazarın Grenoulle'i anlatırken insan değil de bazen insanımsı bir şey bazen bir hayvanmış gibi söz etmesi boşuna değil. Grenoulle ağzı eli kulağı ile bir insandı elbette, ama içinde "insani" duyguların birçoğu yoktu. Mutlu olmak, bir şey için üzülmek, acımak, merhamet duymak, en önemlisi de sevmek ve sevilmek. Repertuarında bu duygular olmayan insan, ancak insanımsı bir şey olabilirdi evet. Yoktu bu duyguları çünkü hiç deneyimlememişti, hiç o daha bir bebek, bir çocukken bağ kurmamıştı kimse onunla. Ölmeyecek kadar bakılmıştı o kadar.
Yine de o insan tarafı ile bir şeylere tutku duyup peşinden gidiyordu, hiçbir duyusu gelişmemişti, öylece nesnelerden bile yayılabilen kokudan başka, onu hayatta tutabilen bu duyusuydu, öldüren de. Yine bu insansı yan ile toplum içinde yaşaması gerekiyordu. Ancak toplum onu görmüyordu. Grenoulle nefret ediyordu onlardan, insan kokusu olmayan yerler ne rahatlatıcıydı onun için. Ta ki o da insan gibi kokmayı başarıp insanlar hatta hayvanlar tarafından görünür oluncaya dek. İşte o zaman hiç rahatsız olmadan gezinebildi insanların arasında.
Ama bu insan kokusu, onun kokusu değildi. O öyle bir yaratıktı ki dışarıya kokusunu vermiyordu. Grenoulle belki yine mağarasına döner ölene kadar orada yaşardı, ama kokusuzluğu ona huzur vermiyordu. Bir insan nasıl koku vermezdi? Her bir şeyi koku hafızasında tutan bu dahi nasıl kendi kokusunu bilmezdi? Sahi yazar bununla ne kast etmişti? Grenoulle, kokmayan, kendi kokusunu bulmaya çalışan, yarattığı "başka" kokularla her istediğini yapabilecek kudrete sahip de olsa, kendi kokusu olmadığından en sonunda parçalanarak dünyadan yok olmayı seçen bir anti kahraman.