Öyle bir an gelir ki insan gördüğüyle kendisine anlatılanları karıştırır, yaşadığıyla bildiğini, başından geçenle okuduğunu karıştırır; aslında bunları ayırt edebiliyor olmamız mucizevi bir şeydir, onca şeyden sonra bunları ayırt edebiliriz ve normalde budur tuhaf olan, tüm bir hayat boyunca sinemada, televizyonda, tiyatroda, gazetede ve romanda görülen ve duyulan bütün hikâyeler birikince artık kolaylıkla birbirine karışabilmelidir. Onca şeyden sonra hayret verici olan insanların büyük çoğunluğunun gerçekten başlarına gelen şeyleri hâlâ biliyor olmalarıdır. Sonuçta asıl ayırt etmesi mümkün olmayan diğerlerinin başlarından geçenlerdir, onların bize kurgu gibi ya da artık çok uzakta kalmış bir gerçek gibi anlattıkları şeylerdir, bizim tanımadığımız o kişilerin bizim bilmediğimiz o geçmişin gerçek olup olmadığıdır. Uç örnekleri bir tarafta bırakalım ve diyelim ki belleğin kendisi hâlâ epey sağlam, hâlâ güvenilir bir kaynak olmayı sürdürüyor, insan bizzat gördüğünü ve duyduğunu kitaplarda ve filmlerde olanları hatırladığından farklı bir şekilde hatırlıyor, ama eğer başkalarının gördüğü, duyduğu, tanık olduğu ve bildiği ve sonra bize anlattıkları şeyler söz konusuysa bu fark öyle pek de belirgin olmaz. İşte bu insanın uydurduğu şeydir.
Sayfa 211 - Yapı Kredi Yayınları, 6. Baskı