Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
İşte benzer şekilde katı bir inanç da, katı bir güvensizliğin işaretidir. Öyle ki, inandığı dini ya da Tanrı'yı tam anlamıyla sorgulamamış ve öğrenememiş olan insanlar, bu inançtan kopmaktan o kadar çok korkarlar ki, soru soran herkese karşı düşmanlık beslemeye başlarlar. Bununla da yetinmez, onlara öğretilen doğaüstü hikâyeler yüzünden en ufak kuşkuyu bile şeytânî var sayar ve akıl almaz işlere kalkışırlar.
Her ben dediğimde “Affola,” diyesim geliyor oysa..
Ben de bu dünyaya düşmüş biriyim. Kimi zaman şeytan dokunmuş düşünü hayra yoramayan Havva, kimi zaman af dileyerek kırk yıl gözyaşı döken  dem gibiyim. “Ben neyim?” diye gelmedimse de dünyaya, belli, “Ben neyim?” diye diye gideceğim. Parmaklarımın ucunda yükselerek bir pencere aralığından, batan güneşi gördüğüm günden beri, gökyüzünün rengini,
Reklam
Öyle bir an gelir ki insan gördüğüyle kendisine anlatılanları karıştırır, yaşadığıyla bildiğini, başından geçenle okuduğunu karıştırır; aslında bunları ayırt edebiliyor olmamız mucizevi bir şeydir, onca şeyden sonra bunları ayırt edebiliriz ve normalde budur tuhaf olan, tüm bir hayat boyunca sinemada, televizyonda, tiyatroda, gazetede ve romanda görülen ve duyulan bütün hikâyeler birikince artık kolaylıkla birbirine karışabilmelidir. Onca şeyden sonra hayret verici olan insanların büyük çoğunluğunun gerçekten başlarına gelen şeyleri hâlâ biliyor olmalarıdır. Sonuçta asıl ayırt etmesi mümkün olmayan diğerlerinin başlarından geçenlerdir, onların bize kurgu gibi ya da artık çok uzakta kalmış bir gerçek gibi anlattıkları şeylerdir, bizim tanımadığımız o kişilerin bizim bilmediğimiz o geçmişin gerçek olup olmadığıdır. Uç örnekleri bir tarafta bırakalım ve diyelim ki belleğin kendisi hâlâ epey sağlam, hâlâ güvenilir bir kaynak olmayı sürdürüyor, insan bizzat gördüğünü ve duyduğunu kitaplarda ve filmlerde olanları hatırladığından farklı bir şekilde hatırlıyor, ama eğer başkalarının gördüğü, duyduğu, tanık olduğu ve bildiği ve sonra bize anlattıkları şeyler söz konusuysa bu fark öyle pek de belirgin olmaz. İşte bu insanın uydurduğu şeydir.
Sayfa 211 - Yapı Kredi Yayınları, 6. Baskı
duyguların renkleri, ruhların melodisi..
"Hikâyelerin anlatıldığı salonlar bomboş olsa bile, hikâye kitaplarının çok satmasının nedeni bu değil mi zaten? Ne gramofondan dinlediğim ne de hikâye kitaplarından okuduğum hikâyeler bana zevk veriyor. Hocam sizce de icra edilen sanat her ne olursa olsun, sanat dediğimiz şey sanatçının sanatını icra ederken hissettiği içgüdüsel coşku değil midir? Doğal olarak bu coşku seyirciye de sirayet ediyor. Bu aşamada verilen hissi içgüdüsel olarak alan seyircide müthiş bir ilgi gelişiyor. İşte sanatın gizemi dediğimiz de budur. Dinleyen ve sanatını icra eden arasında duygular birbirine geçmezse bu sanat olmaz. Sizce de öyle değil mi?"
Nereye gidiyorsunuz?
Ben mi? Gidiyorum işte, ucu bucağı olmayan bir yere. Başımda öyle bir karmakarışıklık var ki, nereye gittiğimi ben de bilmiyorum. Kader götürüyor , ben de gidiyorum işte.
Sayfa 88 - Akçağ yayınlarıKitabı okudu
Kızın her şeyi ağır ağır içine işliyordu. Onda bir şey sevgilileşiyor, bu kızda her şey ağır ağır kusursuzlaşıyordu. Bir gün artık o hale geldi ki onsuz her şey, yalnız her şeydir. Artık ne masallar masaldır. Ne hikâyeler hikâye. Öyle bir dünya düşünelim ki hiçbir şairi yoktur. Öyle bir memleket düşünelim ki, müzik yasak edilmiştir. Meyhanelerin şarabı sirkeleşmiştir. Düşünelim ki, bütün evlerin kapıları sokağa kapanmış, herkes evinin içinde perdeleri sımsıkı kapanmış eğlenir. Fahri o kızla olmadığı zaman işte dünya bütün çıplaklığı, acılığıyla beraberdir. Bu kızla beraber olunca ancak eski rüyalarına, hulyalarına dönebilir. Ancak o zaman, müzik sesleri kahvelerden, kadeh sesleri meyhanelerden, çizme sesleri sokaklardan, şarkı sesleri pencereleri açık evlerden, öpüşme sesleriyse evlerin kapılarından çıkar gelir.
Reklam
Hani bazen kırık dökük cümleler öylece ortamızda kalakalır, üstüne alan, ortalığı toparlayan olmaz ya, işte öyle..
Sayfa 126 - Dedalus
sahiden güzel gözleri var. içinde bir tek renk yok gözlerinin; birçok renkler var. yeşil var, eflatun var, bir ara mavi var, kahverengi var, ela var, bu arada birçok güneş ışığı var. pırıltıdan ve renkten öyle nasibini almış gözler ki ela gözlüdür, diyorsunuz değil. lacivert, yeşil; ne münasebet! kahverengi; hayır efendim! birbirinden renkleriyle ayrılan bir sürü maden ve taşı bir havanda dövünüz. içinde bakır da olsun, altın da, demir de olsun, gümüş de, platin de; granit de olsun, zebercet de, zümrüt de, inci de olsun, kum da... bunların üstüne güneş ışığı da vurun, sonra birdenbire bir ay ışığı geçin: İşte inci hanım'ın gözleri.
_ Ben mi? Gidiyorum işte, ucu bucağı olmayan bir yere. Başımda öyle bir karmakarışıklık var ki, nereye gittiğimi ben de bilmiyorum. Kader götürüyor, bende gidiyorum işte.
İş hayatta değil, insandadır. Her şeyin başı insandır, anladın mı? Evet, hepsi bu kadar... Senin söylediklerinden, her şey değişene kadar insanın değişmeyeceği, hep şimdiki gibi kalacağı sonucu çıkıyor. Hayır, sen önce onu değiştir, ona yol göster... Öyle ki, dünyası aydınlansın, genişlesin. İşte insana bunu sağla. Ona yolunu nasıl bulacağını öğret..."
Sayfa 149 - +1 KİTAPKitabı okudu
274 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.