İlim öğrenmek isteyenlere birtakım mühim vazifeler düşer ki bunların bazıları şöyledir:
Birinci vazife: Ahlâkını güzelleştirmeye ve nefsini terbiye etmeye itina göstermektir. Büyük âlimlerden Fahreddin er-Râzî Hazretleri demiştir ki: “Ruhun saadeti ancak iki şeyle mümkündür: Biri, düşünce ve fikrin ilim ile kemâle ermesi, diğeri ilmin güzel
İlim öğrenmek isteyenlere birtakım mühim vazifeler düşer ki bunların bazıları şöyledir:
Birinci vazife: Ahlâkını güzelleştirmeye ve nefsini terbiye etmeye itina göstermektir. Büyük âlimlerden Fahreddin er-Râzî Hazretleri demiştir ki: “Ruhun saadeti ancak iki şeyle mümkündür: Biri, düşünce ve fikrin ilim ile kemâle ermesi, diğeri ilmin güzel
Beni kötü yetiştirdiler. Annem de, babam da bana gerekli eğitimi vermediler. Yaşamak için demek istiyorum. Bana yaşamasını öğretmediler. Daha doğrusu, bana her şeyin öğrenilerek yaşanacağını öğrettiler. Yaşanırken öğrenileceğini öğretmediler. Ben de kolayca razı oldum bana öğretilen bu yanlışlara. Insan, kendi bulurmuş doğru yolu. Ben bulamazdım. Bana, başkalarına gösterdikleri basmakalıp yolları öğrettiler. Başka türlü bir itina ile tutmalıydılar beni Daha fazla değil, farklı. Normal bir insan olmaya zorladılar, bana boş yere vakit kaybettirdiler. Olmayınca da, anormal dediler. Ben de kendimi anlamadım: bütün hayatım boyunca normal bir adam olmaya çalıştım.
Gece Yarısı Kütüphanesi kitabından sonra diğer eserlerini itina ile merak ettiğim Matt Haig'in İnsanlar kitabını yeni bitirdim ve koşa koşa inceleme yazmaya geldim.
Ne övüp göklere çıkaracak ne de sövüp yerin dibine sokmayacağım ama spoiler içerebilir...
Şimdi durum şöyle ; Ünlü matematik profesörü Andrew Martin kendinden önce kimsenin sonuçlandırmadığı / sonuçlandıramadığı bir matematik hipotezini çözümler ve olayların çıkış noktası bu olur. Başka bir gezegende yaşayan "yaşam formları" bu hipotezin çözümlendiği bilgisinin insanların bilmemesi gerektiği düşüncesiyle gerçek Andrew Martin yerine kendi içlerinden birini gönderir.
Görünüşte Andrew Martin olan bu kişinin görevi bellidir "Hipotezin çözümlendiğine dair bilgisi olan ve olabilecek herkesi ortadan kaldırmak"...
Görev aynı evde yaşadığı kişilerle -Karısı ve Oğlu- bağ kurması sebebiyle zora girer.
Konu olarak -yazardan dolayı tabii ki- farklı olduğu için merak ederek aldığım bir kitaptı. Beklentimin biraz altında kaldı çünkü sahte Andrew Martin'in gezegeni hakkında biraz daha bilgi verebilir veya karısı ve oğluyla daha fazla anısı olabilirdi diye düşünüyorum ama genel olarak farklı ve akıcı bir kitaptı.
Merak edenlere tavsiye ederim.
Şimdi iyice anlaşılmıştır ki kurtuluş, Allah'ın ipine sımsıkı sarılmakta. İslâm'a gelmekte, Kur'an'a uymakta, Allah'ın elçisi, kulu ve peygamberi Muhammed-i Mustafa'sı yolunda yürümekte, mânevî ve rûhi terbiyeyi ihtimam ve itina ile uygulamaktadır.
Tehlike fark edildi. Aileyle alakalı bakanlıklar, genel müdürlükler kuruldu. Ancak başlarına da çoğu defa ehil olmayan insanlar getirildi. Peygamber-i Ekber'in hayatı bırakıldı. Ailesini dağıttığından dolayı teselliyi köpek beslemede arayan Batılılar örnek alındı. İmkanı olan müstağribler de çocuk yerine, taklit ettikleri Batılılar gibi itina ile köpek baktı. Çocuk sesinden daralan çiftler gece yarılarında ya da sabahın erken saatlerinde koluna taktığı köpekleri sokak sokak dolaştırdı.
Malum inek, koyun, tavuk ne varsa harmanlayıp bir sosisin içine basıyorlar ve adına "kokteyl" diyorlar. Siz de sanıyorsunuz ki işletmenin sahibi koluna hasır sepetini taktı "Allahu Ekber" deyip bir danayı hakladıktan sonra itina ile derisini yüzüp budundan iri kıyım bir et parçasını sepetine ekledi, sonrasında uysal bir koyunun yumuşak gerdanından bir tutam ayırdı ve tüyleri kızıl bir tavuğun döş eti ile spesiyal içeriği tamamladı.
Oysa yok öyle bir şey. Nişastanın içine sakatatı basıp adına kokteyl diyorlar, çiftlik sosuyla tüketiciye yamıyorlar.
Üstelik, her gün internet tarayıcısının geçmişini itina ile silmek zorundayken, yaptığım her haltı gören, bilen birinin var olduğunu unutmak, hatırlamamak, O'nu aklına bile getirmemek, "Belki de o işler öyle değildir?" diyebilmek için her şeyi yapar, kimden ya da nereden edindiğime bakmadan; yalanmış, uydurmaymış, haklıymış, haksızmış, mantıklıymış, zırvaymış, buna bir cevap varmış arayan bulurmuş demeden her fikre, her söylenene, her gösterilene dört elle sarılırdım.
Tamam! Bunların hepsine ve daha fazlasına da tamam!
Filozof açık açık yüzüme söylemese de kaytarmaya çalıştığım konusunda haklıydı. Kafamda dönüp duran soru ve şüphelerden çok yakın bir zamana kadar rahatsız falan da olmuyordum. Ne kadar çok soru ve ne kadar çok şüphe edecek şey bulursam o kadar iyiydi benim için.
Dürüst olmak gerekirse, çoğu zaman bir cevap değil de bir bahane arıyordum. Ve cevaplar umrumda bile olmuyordu. Aslında bir cevap olduğunu bile düşünmüyordum. Düşünmemenin en iyisi olduğunu düşünüyordum. Fakat bunu ne zamana kadar sürdürebilirim ki??