Abdülhamit’in zengin vezirlerinden Selim Paşa’nın çocuğu Kâmil Bey'in Dünya Savaşı sonrasında eşi ve kızıyla birlikte nispeten fukara olarak memlekete dönmesiyle başlayan roman, esas itibariyle İstanbul hükümetine rağmen milli mücadele direnişini konu alır. Kâmil Bey Fransızcayı Galatasaray'da anadili gibi öğrenmiş, Oxfordu bitirip İtalya'da resme merak salmış, İspanyolca'yı rahatça öğrenmiş bir aydın olarak geldiği memlekette Kuvayı Milliyecilerin direnişlerinden haberdar olmasıyla birlikte kendisini ve aydın takımını özeleştiriye tutmuştur.
Epey vakur bir adam olan Kâmil Bey'in İstanbul'da tanıdık akraba zenginlerine rağmen herhangi bir yardımı kabul etmeden cüzi bir miktara Karadayı adlı gazetede çalışmaya başlamasıyla kendisini artık olayların içinde bulmuş, İstanbul hükümetini tutanlarca İngilizlere karşı herhangi bir direnişi hainlik sebebi saymalarını Kâmil Bey bir türlü anlamlandıramamış, vatanına gasp edenlere boyun eğmeyi bir türlü gururuna yedirememişti.
Zaman zaman Anadolu'dan aldığı haberlere ve esir şehirdeki tecrübelerine dayanarak direnişe fiili bir şekilde yardım etmeyi kendine borç bilmiş ve bu uğurda Bekirağa bölüğüne düşmüş ancak İstanbul hükümetince istenen gammazlığa karşı ağzına kep vurması sonucu 7 yıl hapise mahkum olmuştur.
Roman bu olaylar çevresinde su gibi akarken Kemal Tahir'in içtimai meselelerde epey yerinde ve bence ileri görüşlü tahlilleri benim için romanı daha değerli kılmıştır. Özellikle din ve kadının yeri konusundaki görüşleri romanı okumaya daha değer yaptı. Tarihi romanlara mesafeli yaklaşan birisi olarak pek beğendiğimi söyleyebilirim.