Gerçek biz kişilerin her birinin “ben”olabildiği ve özgürce “ben”lerini idrak edebildiği yer. Kişilerin ben olabilmesine izin ve imkan barındırmayan aidiyetlerin gerçek aidiyet değil sömürü olduğunda o nedenle hep bu kadar ısrarla yineliyorum.
Bebeğin beyni doğduğunda tam olarak gelişmiş değildir, yaşamının ilk üç yılında yapılanır. Beynin bu üç yıl içinde aldığı mesajlar, koşullara bağlı olarak daha sonra gelen mesajlara göre daha fazla iz bırakır.
“Gökyüzü gibi bir şey bu çocukluk hiçbir yere gitmiyor”der Edip Cansever.
Başımızı nereye uzatsak orada çocukluğumuza rastlarız aslında, her yol çocukluğa çıkar.
Problem çözme becerilerimizden tutun bağlanma stillerimize ,korkularımızdan hayallerimize kadar çocukluktur her yer. Çocukluğumuz bizim nasıl ebeveynler olacağımızı işyerinde nasıl bir çalışan ya da nasıl bir işveren olacağımızı belirleyecek güçtedir.
Varoluşun sızlayan yeri de hep çocuktur sanki. Peki ne var bu çocuklukta? Oraya inilmesini gerektiren hangi gizleri barındırıyor içinde? Hangi kilidin anahtarını saklıyor? Nasıl bir yangın yeri orası?
“Biz sırf sahiplenebilmek için kişileri şeylere dönüştürüyoruz ve sonra hayal kırıklığına uğruyoruz. Çünkü biz kişiye sahip olmak istiyorduk ; oysa kişiye sahip olunamaz. Bir kişiye sahip olduğunda o artık bir kişi değildir ; o ölü bir şeydir ve sen ölü bir şeyden tatmin olamazsın.”