Kendi içimize, sora sora kendimize, kendimizi buldurmayı, yola çıkarmayı sağlayan bir düşünür olduğuna inanırım Oruç Aruoba'nın. Kendini dinlemek, anlamak büyük bir işmiş. Fikir işçiliği ve yaşam mücadelesinin zihni bütünleyen bambaşka bir iş oluşturma meselesiymiş.
Içinizdeki yengece kulak verdiniz mi hiç? Kıpırdanıp duran başka bir şeye veya, hani, o ta içinizin derinliklerinde, ara ara ses çıkaran, bazen şüpheye düşüren, çoğunlukla düşündüren? Işte, ona içimdeki yengeç diyor Aruoba. Bizi hep izleyen, biz hareket halindeyken veya uyurken veya yaşadığımızı hissettiğimizde, çocuklaştığımızda, kaçındığımızda, pişman olduğumuzda, âşık olduğumuzda, durduğumuzda hep bizimle olduğunu hissettiğimiz, hikâyemize ortak olan, Didem Madak'ın deyimiyle bir iç sesimiz var değil mi? Peki, duymak, duyabilmek, anlayabilmek onu... Yapabiliyor muyum diye sormak kendine... Sonra yine dönmek içine aramak, yaşantı yığınlarının arasında. Aslında bizi insan yapanı, insanın kendini tanıyarak var olacağını... Özgürlük ve zaman bile 'ben'liğini günden güne değiştirirken, kendini tanımak mümkün mü?