"Nasıl kurtulmalı?.. Önünde, arkanda, tepende, her yerde seni yaşamdan ayıran duvarlar, duvarlar, yine duvarlar!.. Ufacık bir aydınlık, ufuktan süzülen bir ışık hüzmesi, tek bir kuş yok..."
Bu zamana kadar okuduğum en güçlü ve etkileyici kitaplardan Bir Sinir Hastasının 21 Günü çok düşündüren, düşündürürken sorgulatan nadir eserlerden.
Octave Mirbeau'nun gazetede yayınlanmış hikayelerinden meydana geliyor eser, döneminin siyasetçilerini, bürokrasini, burjuvaziyi, insan tabiatının keskin ve kör yanlarını eleştiriyor ve bunu yaparken sözünden esirgiyor ne de yergisinden. Fakirin daha fakir olması, halkın daha da çok yara alması, günden güne artan burjuvazinin zevk ve sefa yaşantısı, ahlak yargıları ve toplumun kopma noktasını görüyoruz. Eserin yazıldığı dönemde Fransa tarihsel olarak en çalkantılı yıllarından birini yaşamakta, Bonapart'çılar, Orleans'çılar, liberaller, meşruiyetçiler, cumhuriyetçiler ve kilise taraftarı muhafazakarların ülkeyi bir beşik misali halkın ellerini kullanarak salladığı ve bunu yaparken sömürülen halkın bir yandan yana savrulduğunu görüyoruz. Yazar Emile Zola'nın açık mektubu olan Suçluyorum'u ilk olarak imzalamakla beraber Dreyfus olaylarında aktif rol almış. Claude Monet, Camille Pissarro, Vincet Vang Gogh ve Rodin'in sözcüsü olarak dönemin sanat camiasının sayılı entelektüellerinden.
Her şey Georges Vasseur'un Pireneler bölgesinde bir sanatoryuma gelmesi ve oraya gelen burjuvalarla beraber yaşadıklarının anlatısıyla başlıyor. Her bir bölümde duyulan öfke ve insan hayatının iki ayrı uç noktasındaki farklar giderek artıyor.
Şiddetle tavsiye ediyorum.