"Binlerce acının, ıstırabın içinde kıvranırken "Varım!" diyeceğim! İşkence masasında yatarken de var olacağım. Güneşi görsem de görmesem de onun var olduğunu bileceğim. Güneşin var olduğunu bilmek ise başlıbaşına bir hayattır."
Neşem benim, senden sabırsızlıkla mektup bekliyorum . . . Sen benim biricik neşemsin ve sensiz burada yapayalnız kalmak benim için çok zor. Buradaki yalnızlığımı anlayamazsın. Tamamiyle yalnızım, tatsızlıktan başka hiçbir şey yok
Dış yaşantı iç yaşantıyı dengelemeli. Yoksa, dış etkilerin yokluğunda, iç etkiler çok tehlikeli olan bir üstünlük elde ederler. Sinirler ve imgelem bir insanın yapısında çok büyük bir yer kaplıyor.
Senin için, senin hayatın için kendi hayatımı verebilirim, ama bazen, kalbimin sevgiyle dolu olduğu bir anda benden sevgiyle ilgili tek kelime duyamazsın. Böyle anlarda sinirlerimi kontrol edemiyorum.
Shatov'u incelediğimizde, birçok özelliğinde kesin bir şekilde yaratıcısının yansısını buluyoruz. Dostoyevski'nin romanda bütünüyle sevimli gösterdiği kişi Shatov'dur. "Normal olarak sıkıcı ve konuşmayan biriydi, fakat bazen, inançlarına saldırıldığında sinirlenir, kızar ve heyecanla konuşurdu." Bu satırları duyunca, Belinski grubundaki ya da daha sonra Krukovskaya'nın salonundaki Dostoyevski'yi anımsıyoruz. Stephan Trifimoviç onun için "dünyanın en iyi ve en çabuk öfkelenen" adamıdır diyor. Başında coşkun bir sosyalisttir ve Dostoyevski gibi baskı makinesinin idaresini üzerine alır. Sonradan değişir, Slavcı ilkeleri benimser ve "halkı" Tanrı'ya olan inancının temeli yapar ve hatta Stavrogin onu "Tanrısallığı bir milliyetçilik sorununa indirmekle" suçlar - bu Dostoyevski'nin kendisine yapılan bütünüyle de haksız olmayan bir suçlama olabilir. Yani birçok benzerlik rastlantı olamaz. Shatov'un yazarın kendi portresi ya da daha doğrusu, kendinin mükemmelleştirilmiş şekli olarak görmemek için mantıki bir neden yok. Dostoyevski kendini, hakkında çok şey duyduğu bir cinayetin kurbanı olarak dramatize etmiştir.
Sayfa 216 - Onaltıncı Bölüm, Ahlâk ve Politika, EcinnilerKitabı okudu