Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Queer Düş'ün Serisi

Duyguların Kültürel Politikası

Sara Ahmed

Duyguların Kültürel Politikası Gönderileri

Duyguların Kültürel Politikası kitaplarını, Duyguların Kültürel Politikası sözleri ve alıntılarını, Duyguların Kültürel Politikası yazarlarını, Duyguların Kültürel Politikası yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
280 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
Duyguların Kökeni, Abjektleştirme ve Feminizm
Yazar bu kitapta belli duyguların daha çocukken bir renge dönüştüğünü, şekillenen bu duygunun da nesilden nesile aktarıldığını savunur. Ötekine olan bakışımız da bu aktarımın mirasıdır. “Acı” , “nefret” , “iğrenme”, “sevgi” , “utanç” gibi bölümlere ayırdığı kitapta bu duyguların kuramsal ve pratikteki yansımalarını örneklendirir. “Acıyor” artık
Duyguların Kültürel Politikası
Duyguların Kültürel PolitikasıSara Ahmed · Sel Yayıncılık · 201526 okunma
Reklam
Feminizm ve yaralanma duygusu
Feminizm ile acı ara­sındaki ilişkinin uzun bir düşünce tarihi vardır; kadınların şiddet, yara­lanma ve ayrımcılık deneyimleri feminist politika için her daim önemli olmuştur.
Her bir ilişki neredeyse keşfedilmemiş bir bölgede yaşanan bir maceradır.
Orada ben de olabilirdim…
Kaybedilen kişi hakkında “yerinde ben olabilirdim” diye düşünülür­se, ötekinin kederi benim kederim olur. Bu “ben olabilirdim-lik”, “be­nim” ya da “bizim” olarak üzerime almış olduğum ideallere ötekilerin yaklaşıp yaklaşamadığı hakkında bir yargıdır. Yani “keder duyulabilecek” sayılan hayatlar ile sevilebilir ve yaşanabilir sayılanlar arasında yakın bir ilişki vardır.
sevgililer genellikle birbirleri­nin alışkanlıklarını, jest ve mimiklerini kaparlar; temas ve arzunun bir sonucu olarak gittikçe birbirlerine benzerler.Sevilenle birlikte olma arzusu çoğunlukla sevilenle birbirine kaynaş­ma ve bir nevi kendi kimliğini kaybetme arzusu halini alır. Sevgili­ler partnerleriyle benzer zevkler geliştirir: Örneğin eskiden kayıtsız kaldıkları bir müzikten zevk almaya başlarlar.
Reklam
Freud, farklı sevgi şekillerini ayırt ederek bir sevgi teorisi öne sürer. Örneğin Freud’un anaklitik ve narsisist sevgi arasındaki ayrımı ele ala­lım. Birinde, benlik temel sevgi nesnesiyken, diğerinde harici nesneler temel sevgi nesneleridir. İlk durumda sevgi narsisist bir duygu olarak kabul edilir -çocuğun kendi bedeni sevgi kaynağıdır- erkeklerin ol­gunlaştıkça sevgiyi sevgi nesnesine yönelttiği varsayılırken, kadınların narsist kaldıkları varsayılır. Bu ayrımın ekonomisi heteroseksüeldir: Kadınların narsisizmi sevilme arzusu içerir (kendileri­ ne yöneltilen sevgiyi sevme), öte yandan erkekler kendilerini seven ka­dını severler. Cinsel ilişki kadının hem kendi sevgisinin hem de erkeğin sevgisinin nesnesi olduğu bir sevgi ilişkisi halini alır.
Utanç kişiyi tüketir ve bedenlerin ötekilere gösterilen yüzeylerinin yanmasına neden olur, bu yanma, teşhiri yüzün kızarması şeklinde teşhir eder ve kişinin derisinin rengine bağlı olarak bu “renk değişimi” görünebilir de görünmeyebilir de.
Sonuçta tiksinmiş olmak reddettiğin şeyden etkilenmek demektir.
Reklam
Arzu ve iğrenme
iğrenç şey mide bulandırırken bile bir şekilde ilgimizi çeker. Üzerimizde etki sahibi olur, ikinci bir bakış atmak isteriz ya da farkında olmadan kendimizi bize iğrendiren şeye ‘ikinci kez’ bakarken buluruz. Arzu ve iğrenmenin çelişen dür­tüleri her zaman birbirlerini çözümlemez ve bizi aynı yere götürmez, iğ­renme bizi nesneden uzağa doğru çeker, bu çekim neredeyse beden bizim adımıza düşünüyormuş gibi istemsiz gerçekleşir. Bunun aksine arzu bizi nesneye doğru çeker ve bizi diğer bedenlere açık hale getirir. Çekme eyle­mi bir raddeye kadar benzer görünebilir, fakat başka bir aşamada çekimin yönü ya da eğilimi kişi ile nesne arasında oldukça farklı duygusal bir ilişki yaratır.
Nefretin belirli bir kişiye indirgenmesinin imkânsızlığı nefretin ekono­mik bakımdan dolaşımda kalmasını sağlar; sürekli bazı ötekileri diğer ötekilerden ayırır ve henüz gelmemiş olanlar beklendiğinden bu durum hiçbir zaman “son bulmaz”.
Duygular hiç kimseyi ya da hiçbir şeyi pozitif olarak mesken edinmez; “özne” kaynak ya da va­rış noktası değil, sadece bir düğüm noktasıdır.
Bir çocuk taciz­cisinin ya da tecavüzcünün yozlaşmış mahkemelerden üç-beş yıl gibi kısa bir ceza aldığını ya da şartlı tahliye edildiğini okuyan Beyaz bir ev kadınının gazetesini öfke ve iğrenmeyle fırlatmasının sebebi nef­ret değildir. İşe alımlarda bu toprakları inşa eden Beyaz vatandaşlar yerine kıyılarımıza en son boşaltılan tekne dolusu yabancıya öncelik verilmesine Beyaz işçinin lanetler okumasının sebebi nefret değildir. Kendisi, çiftliğini kurtarmak için merhametsiz hükümetten küçücük biryardım alamazken, yabancılara milyarların "yardım ”mahiyetin­de dağıtıldığını okuyan Beyaz Hıristiyan çiftçinin hissettiği nefret de­ğildir. Hayır, asla nefret değildir.
Bringing Them Home (Onları Evlerine Götürmek)
Brin­ging Them Home ,Avustralya’daki zalim ve şok edici asimilasyon projesi kapsamında ailelerinden koparılmış yerli çocuklardan oluşan Çalınmış Nesil hakkında bir rapordur. Bu yerli çocuk nesli aileleri, toplumları ve kültürleriyle ya çok az temasta bulunarak ya da hiç temasta bulunmadan büyümüştü. Çoğunlukla evlerinden zorla götürülmüşlerdi. Avustralya yerlilerinin bedenlerine verilen hasar düşünüldüğünde, sadece bireyin ten yüzeyinde değil, topluluğun ten yüzeyinde de hasarlar görürüz. Şiddet sadece evinden alınan bireyin bedenine karşı uygulanma­mış, ayrıca bedeni “paramparça” edilen yerli topluluğu da şiddete maruz kalmıştır. Sevilenlerle “bağlar”ın kopmasıyla topluluk hasara uğramıştır. Kai Erikson’un ifade ettiği gibi, kolektif travma “sosyal hayatın temel do­kularından birine yapılan ve insanları birbirlerine bağlayan bağları kopa­ran bir darbedir”.Toplumun en dış katmanı hasar görür fakat bu hasar toplumu oluşturan her bir bedenin teninde hissedi­lir. Bringing Them Home, kendini toparlamayı çok güç kılan bu ayrılık acısı, yaralanma, yitirme ve kayıpları anlatan bireysel tanıklıklardan olu­şur. Belge bu tanıklıklar bir araya getirilerek oluşturulmuştur.
53 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.