412 sayfalık bir maceranın sonuna gelmenin hüznüyle buradayım. Remarque’dan okuduğum ilk kitaptı.
2.Dünya savaşı döneminde Almanya’dan kaçmak zorunda kalan insanların dramını okudum, okurken yaşadım.
Kern, Ruth ve Steiner. Kitabın baş kahramanı üç mülteci, birbirinden güzel 3 insan.
Sınırları gezdik beraber, mültecilerin odalarında kaldık, kandırıldık, ihbar edildik, sevdiklerimizi geride bıraktık.
Ve tüm bu kötülükler olurken, aynı zamanda tüm dünyada da bu kötülükler paralel şekilde ilerlerken; bu 3 güzel insan, yine kendileri gibi başka iyi insanlara da rastladılar, kasabadaki doktor gibi.
Ve aşk; bütün bu hengamenin içinde Steiner’in eşine olan aşkı, uğruna yaptıkları. Ruth ve Kern’in birbirleri uğruna yaptıkları, atıldıkları sınırlarda beklemeleri.
Kitabı okudukça mültecilere olan bakışım değişti (özellikle kadın, çocuk ve ailesi ile gelenlere).
Kitapları okumanın en zor yanı, insanda farkındalıklar oluşturması. “Cehalet, mutluluktur.” denmişti Matrix’te, okudukça anladım.
Etrafımızda olup biteni farklı gözlerle görmek; zorlukları yaşayan insanların gözünden bakmak insana daha zor geliyor.
İsmail Saymaz, Tüyap’ta Fıtrat kitabı üzerine söyleşisinde; bir AVM’nin inşaatında ölen işçilerden bahsetmişti. Hakları verilmeyen, hiçbir iş güvenliği alınmadan çalıştırılan işçilerin ölümlerini anlatmıştı.
Bu AVM’nin temelinde yitmiş canlar var, mezarlıkta alışveriş yapmamak için gitmeyin, demişti.
Öğrenmenin zorluk olduğunu daha iyi anlamıştım.
İnsanları Seveceksin, herşeye rağmen mültecilere farklı gözle bakabilmek için güzel bir kitap. Okuyun, okutun.