Bu yazara bayılıyorum. Vazgeçilmez yazarlarımdan biridir. Daire 16 kitabını okuduktan sonra müptelası olmuştum. Bizde çıkan tüm kitaplarını okudum. Her biri birbirinden şahane. Fakat üzülerek söylüyorum, birçok okur bu yazarın kitaplarını sevemedi. Fazla detaylı, sıkıcı buldu. Kelimelerin, karakterlerin ve betimlemelerin arasında boğulduklarını söyleyen okurlar oldu. Gerçi hepimiz aynı şeyleri sevseydik, dünya sıkıcı bir hale gelmez miydi?
Bu kitap da diğerleri gibi klişelerden çok uzak. Farklı bir tarzı var yazarın. Yazarın merak duygusu çok yoğun olduğu için, bu kitaplar sıkmadı beni aksine sonunu merak ettirdi her zaman. Bazen kitaplar ürkütmeli insanı, farkındalık yaratmalı.
Elime alıp okumaya başlayınca, kitap beni kucaklayıp dört bir yanımı sardı. Bunu kelimelerle anlatabilir miyim, bilmiyorum. Bir ürkeklik hissettim her tarafımda, çok büyük bir korku. Okurken her şey neredeyse elle tutulur, gözle görülür haldeydi.
Evde hiç çocuk olmamasına rağmen, geceleri çocukların gülüşüp koşma sesleri, karanlık bir odada ayakta dikilen figür, canlı gibi duran doldurulmuş hayvanlar ve kukla çocuklar, garip ev sahibi ve hiç konuşmayan kahya, terk edilmiş bir kasaba, korkutucu devasa ev. İnsanı ürkütmeye yetecek ne varsa hepsi var bu kitaptı.
Hani bazı kitaplar olur ya, filmi olsa ne güzel olurdu diye düşünürüz. İşte okurken bunu düşündüm. Gerçekten çok enteresan bir kurgusu var. Okuyun, ne demek istediğimi anlayacaksınız.