Elbette size şimdi tuhaf gelecek ama yükselmek isteyen birisi için en kötü şey, hiçbir hataya, keşfedilmesi gereken hiçbir günaha sahip olmamaktır. Efendiler esas bu cinsten insanlardan hoşlanmazlar.
Ortamlarda Satılacak Bilgi - Farkındalık Defteri aldığımda hediye gönderilen bir kitaptı. Öncelik vermek istedim okuma listemde, konu akıcı bir biçimde ilerliyor. Yazar cadı avcılığı adı altında zulmedilen kadınlardan biri olan Margarita'nın hayatını konu edinmiş. Dönemi ve ele aldığı konuyu genel anlamda yansıtmış fakat okurken "Bir şeyler eksik ama ne bilemiyorum" dedirtiyor. Mutlaka okuyun demeyecek olsam da çevreme, okunmayacak bir kitap da değil.
Kendimi zorlarım, rüyalarımı birleştiririm,sisleri adeta ellerimle dağıtmaya çalışırım.Geriye,daha geriye gitmeye uğraşırım.Taş taşıyan bir işçinin işinden bile daha ağırdır bazen hatırlamaya çalışmak, hatırlamak.
Tarih 16. yüzyılın ortaları. Savaşta kocasını kaybetmiş, geçimini ebelik yaparak ve başka insanları tedavi etmeye çalışarak kazanan, kedisi Gece ve kargası Grak dışında kimsesi olmayan tek başına dul bir kadın. Dinin, insanların en büyük yönetim aracı olarak kullanıldığı karanlık bir dönem. Bu kadın geceleri, kasabanın üzerinde diğer cadı
Cadılıkla suçlanan kadın, çırılçıplak soyulur, elleri bileklerinden ayak bileklerine bağlanır, bu vaziyette bir ırmak veya göle atılırdı. Eğer kadın batmaz da suyun üzerinde kalırsa suyun onun kirli varlığını reddettiği düşünülür ve bu cadılığın kanıtı sayılırdı.
Noktalama hatalarıyla dolu kötü bir kitap! Herkesin yazar olduğu bir zamandayız. Bu da kaliteyi gittikçe daha da aşağıya indiriyor. Yazar kadar yayınevi de sorumlu ama kitaba sadece ticari açıdan bakıldığı için kalite umursanmıyor maalesef. Daha ilk bakışta kapaktaki "1. Baskı 50.000 adet" notundan bakış açısı anlaşılıyor aslında.
Roman tekniği açısından da başarısız. Anlatıcı her bölümde değişiyor ama belirli bir sistem kurulmamış. Olayları roman kahramanlarının ağzından anlatırken birden anlatıcı üçüncü kişi oluyor ve okuyucuya aptal muamelesi yapıp "şimdi size şunu da açıklamam lazım" şeklinde araya giriyor. Bu üslup Türk edebiyatının ilk romanlarında görülür; anlatıcı araya girip kendi yorumlarını yapar. Roman Türk edebiyatında yeni bir tür olduğu, Batı'daki kadar köklü bir geçmişi olmadığı için de bu üslup acemilik kabul edilir. Anlatıcının okuyucu ile diyaloğa girmesi hem rahatsız edici oluyor hem de kurgu dünyanın büyüsünü bozuyor.
Başlangıçta yazarın kafası karışmış. Olayları nasıl aktaracağını bilememiş. Bu yüzden konu olarak da anlaşılmıyor. Sonlara doğru biraz toparlandığı için daha akıcı ilerliyor. Belki biraz daha fikirlerin ve yazılanların demlenmesi için üzerinde çalışılsa daha iyi olabilirdi.