Sıfır beklentiyle, konusunu bile bilmeden başladım. O yüzden okurken çok sarsıldım… Dünyanın bir yerlerinde buna benzer şeyleri yaşayan kadınların olduğunu bilmek, beni mahvetti… Öncelikle söylemem gerek bu bir aşk hikayesi değil, bir direniş hikayesi. (Aşk hikayesi olsaydı ve ana karakter kendine bunları yapan adama aşık olsaydı, bu kadar şiddet ve rahatsız edici içerikten sonra kitabı Dünya’dan Neptün’e kadar gömerdim!)
Pim o kadar güçlü bir karakterdi ki… Yaşadıklarına rağmen duruşuna, pes etmemesine, yenilmemesine hayran oldum. Hayatta kalmak için ne gerekiyorsa onu yaptı, daha fazlasını değil. Kendisinin de dediği gibi uysal değil, kurnazdı. Bedeninde çok fazla şeyi feda etse de o pislikler onun ruhuna asla sahip olamadı… Mektupları, günlüğü o kadar güzeldi ki, içim parçalandı. Ah o sonu farklı olsaydı… Ne zaman yaşamak yanlış seçim ve ölüm doğru seçim olur? Bu soru beni gerçekten düşündürdü. Aslında kitabı okumasam bana pek bir şey ifade etmezdi. Çünkü ölüm bir seçenek olmamalı, ama Pim’in yaşadıklarını yaşayan ve kurtulma umudu olmayan biri için sanırım bu tartışmaya açık bir soru.
Ve bu sorudan sonra Pim’in ölmek istiyorum dediği onca ana rağmen özgür kalınca çektiği acıyı kenara atıp ölmek istemiyorum demesi… Yine de yaşamayı istemesi…Bu nasıl bir ruhtur, sağlamlıktır. Ödüm kopmuştu kitaba başlayınca 365 Gün gibi saçma sapan, rezil bir şey çıkacak diye. Bambaşka bir şey okudum. Umarım ikinci kitapta bu sağlamlığı, direnişi görürüz. Çünkü sonu malum…