Sanatçıların, sanatları dışında bir efendi tanımayı yadsıyarak kentsoylu istemden kurtuldukları sembolist devrim, piyasanın yok olması sonucunu doğurmuştur. Aslında, sanatsal etkinliğin anlamı ve işlevine egemen olma yolundaki kavgada, sanatçılar, aynı zamanda potansiyel müşteri niteliğini de ortadan kaldırdıkları “kentsoylu” karşısında Bir başarı sağlayamamıştır.
Flaubert ile birlikte, “bir sanat yapıtının [...] değerini saptamanın olanaksızlığını, ticari değerinin söz konusu olmadığını, değerinin parayla ölçülemeyeceğini”, bir fiyatının olmadığını, daha açık bir deyişle sıradan ekonominin sıradan mantığına yabancı olduğunu öne sürdükleri sırada, gerçekten ticari değerinin bulunmadığının, piyasasının olmadığının ayrımına varırlar. Aynı anda iki anlama çekilebilen Flaubert’in tümcesinin karışıklığı, sanatçıların uygulayıma koydukları ve kurtulamadıkları bu korkunç düzeneği görmeye zorlar: Erdemli görünmek için yapmak zorunda oldukları şeyi kendi kendilerine icat ederek zoraki namuslu olma kuşkusundan yakalarını sıyıramazlar.
Baudelaire’in estetik anlayışı da, ilkesini, kuşkusuz kendisinin gerçekleştirdiği ve özellikle çelişkili bir ayrıksınlığın bir tür sürekli gösterimi içinde ortaya çıkan ikili kopuşta bulur:
Züppelik, yalnızca öyle görünmek ve şaşırtmak isteği değildir; farklı olma gösterisi hatta hoşa gitmemekten duyulan zevk, ses, devinim, alaycı şakalarla yoğun bir şaşırtma, kızdırma isteğidir; bu, aynı zamanda ve özellikle tümüyle bir ben kültürüne (tapıncına değil), daha açık bir anlatımla algılama ve düşünce yetilerinin yüceltimi ve yoğunlaştırılmasına yönelik etik ve estetik bir durumdur.
Anlamı kesinlikten uzak bir gerçeklik olan bohem, en ateşli savunucularına bile karmaşık duygular esinler. Bunun nedeni, öncelikle sınıflandırılmayı hiçe saymasıdır: Genellikle sefaletini paylaştığı “halk” a yakın olan bohem kesim, kendisini toplumsal olarak tanımlayan yaşam sanatı bakımından ondan ayrılır; bu yaşam biçimi, kentsoylu uzlaşım ve beğenilere göze batarcasına ters düşmekle birlikte, özellikle örneklerini metinlerde oluşturduğu serbest aşk, para karşılığı aşk, katıksız aşk, erotizm gibi her türlü hiçe sayma biçimlerini büyük ölçeklerde denediği cinsler arası ilişki bakımından, bohemi, yerleşik küçük kentsoylulardan çok, aksoylulara ve büyük kentsoylulara daha yakın bir konuma taşır.
Yazı, toplumsal varoluşun belirlenimlerini, kısıtlamalarını ve sınırlarını yıkar: Toplumsal bakımdan var olmak, toplumsal yapı içinde belli bir mevkie sahip olmak ve özellikle söz alışkanlıklarıyla zihin düzenekleri biçiminde bunun belirtilerini taşımak, ayrıca topluluklara katılmak, bunları desteklemek ve bunlarca desteklenmek kısaca bunlara bağlanmak ve yükümlülükler, borçlar, görevler, özetle denetimler ve zorunluluklar biçiminde varlıklarını kabul ettiren bu nesnel, geçirimsiz, sürekli toplumsal ağlarla çevrili olmaktır.