“Her şey yıkılır ve yeniden yapılır
Ve onları yeniden yapanlar mutludur."
Cephe gerisinde bir misyoner annesi. Annesinin söylediği tüm şarkıların içinde İsa var, anlattığı tüm hikayelerin içinde Tanrı. Ve onu öfkelendiren her şey Şeytanla ilgili. Çocuk okula başladığında sudan çıkmış balık gibi bakıyor diğer çocuklara, ve şeytan görmüş gibi bakıyor çocuklar ona.
Okuldaki çocukların dünyası başka, onlara Pamuklu prensesler, çizmeli kediler, sihirli fasulyeler anlatılmış ve içinde cehennem ve azap olmayan diğerleri. Neyse ki diyor kız, neyse ki büyüyünce misyoner okuluna gideceğim, benden bu kadar farklı insanlarla yaşamak zorunda kalmayacağım.
Bunları söylerken farklı olacağını bilmiyor daha. Tüm erkeklerin gözüne Kırmızı Şapkalı Kız'daki kurt gibi göründüğünü biliyor da, bir kadına aşık olacağını bilmiyor. Hem Tanrı’yı hem de bir kadını aynı anda sevmenin yasak olduğunu bilmiyor.
“Portakal otobiyografik bir roman mı? Hayır, hiç değil ve evet, tabii ki öyle.” diyor kitabın başında Winterson. Kendi yaşadıklarından yola çıkıyor, ama başkalarının yaşadıklarını anlatıyor. Farklı cinsel yönelimlerinden dolayı uğradıkları baskıyı dile getiremeyen, hikayesini anlatamayan insanların sesini bulmaya çalışıyor. O sesin söylemeye çalıştığı, şeyleri yıkmaya ve yeniden yapmaya muktedir oluşumuz.
Çok sevdim, hem kitabı, hem derdini, hem de Winterson’un tarzını. Ayrılmayız gari.