Osmanlı Devleti‟nde 18. yüzyılın başlarından itibaren görülen Batılılaşma hareketinin etkileri, askeriyeden edebiyata, siyasetten eğitime çok çeşitli alanlarda takip edilebilir. Osmanlı‟nın son dönemleriyle Cumhuriyet‟in ilk dönemlerini de içine alan süreçte, geleneksel ahlakın dışında modern bilimlerin etkisi altında kendini gösteren “Yeni Ahlak” anlayışı da Batılılaşma rüzgârlarının etkisiyle yaşamımıza giren olgulardan biridir. Buna göre ahlak bağımsız bir bilim olmaktan ziyade Biyoloji ve Psikoloji bilimlerinin sağladığı olanaklar çerçevesinde ancak varlığını ifade edebilmiştir. Söz konusu süreçte Baha Tevfik, Ahmet Nebil Bey, Abdullah Cevdet, Kılıçzade Hakkı, Celal Nuri, Cemil Sena gibi isimler tercümeler yoluyla materyalist, pozitivist bir ahlakı kurmayı denemişlerdir. Özellikle Fransızcadan yapılan tercümelerden oldukça yararlanılan bu çalışmalarda şu nokta dikkat çeker: Söz konusu kimseler, ne Aristoteles‟ten esinlenen İslam filozoflarının erdemler etrafında şekillenen ahlak felsefelerine ne de dinî/geleneksel herhangi bir referansa veya argümana iltifat eder; aksine Osmanlı/Türk toplumunun çöküşten kurtulma reçetesi olarak daha iktisatlı bir yol olarak gördükleri Batı‟ya yönelmeyi iyiden iyiye benimsemiş görünür. Osmanlı Devleti‟nde ilk ıslahatların yaşandığı dönemde de ahlaka vurgu yapılmakla birlikte yeni ahlakçılardan farklı olarak Osmanlı‟nın kendi içinde kalarak ahlak sorununu çözebileceğine inanılmıştır. Buna karşın yeni ahlakçıların modernleşmeyi esas alarak gerek müfredat gerekse üslup bakımından yapmış oldukları makas değişikliği, Batılı bir değer olarak bilimin hâkim olduğu paradigmanın etkisinde çağın ruhunu yakalama çabalarından biridir ve bundan dolayı eksikliği ya da fazlalığı gözetilmeden önemli bir adım olarak görülmelidir.