Yalnızlık ve yalıtılmışlığın giderek arttığı bir toplumda yaşıyoruz. Narsisizm ve egoizm bunu daha da vahimleştiriyor. Artan rekabet, azalan dayanışma ve empati de insanları yalnızlaştırıyor. Yalnızlık, yakınlık duygusunun yaşanamaması acıyı güçlendirici bir etki gösterir. Kronik ağrılar belki de tıpkı çizikler gibi bedenin ilgi ve yakınlık hatta sevgi isteyen çığlıkları, günümüzde temasın seyrek hale geldiğine işaret eden etkileyici ipuçlarıdır. Görülen o ki ötekinin iyileştirici elinin eksikliğini duyuyoruz.
Herkese selam, bugün Yu Hua’nın “Yaşamak”ı hakkında bi kaç cümlem var.
Uzun süreden beri okumayı çok istediğim kitaplardandı, kısmet bugüneymiş.
Herhalde bugüne kadar okuyup da ara ara okumayı bırakıp devam ettiğim nadir kitaplardan. Neden mi okumayı bırakıyordum ve beş on dk sonra yine dalıyordum? Böyle bi acı anlatımı yok, yaşanılan her acının, yokluğun anlatımı beni çok etkiledi. Hem içimi yaktı hem de kendine bağladı.
Fugui’nin hikayesini okuyacaksınız.
Hayatınızda her şeye sahip olduğunuzu, istediğiniz her şeyi yapabiliyor olduğunuzu düşünün ve bi anda bütün her şeyi kaybettiğinizi düşünün. Ne yapardınız, hayata bakışınız nasıl olurdu?
İşte burda devreye girer Fugui’nin kelimeleri anlatır ve yaşatır bize acılara , ölümlere , yokluklara rağmen sevgiyi, sabrı, yaşadığı şartlara yokluğa katlanmayı, kanaat etmeyi.
Her zaman bildiğimiz en kötü, aslında en kötü olan değilmiş dedirtti bir yandan…
Hala anlatırken aklıma okuduğum zamanki duygu yoğunluğu geliyor ve beni tekrar etkiliyor.
Sonra umutsuzluğa kapıldığımda veya en kötü olanı yaşadığımı düşündüğümde Fugui’nin şu sözlerini tekrarlamam gerektiğini fark ettim:
“Yaşamaya devam etmek zorundasın!”
Kitabın bir başka sayfasında da şöyle der: “Umudumuzu yitirirsek nasıl yaşardık?”
Kesinlikle okunmalı dediğim bir kitap bu.
Keyifli okumalar diliyorum, kitapla kalın.
…aynı anda hayatın her alanında değişim ve belirsizlikle uğraşmak öyle dayanılmaz bir hal almıştır ki, insanlar katı ve muhafazakâr ekonomik ve toplumsal ideolojilere sarılmaya başlamıştır.
Kendine tümüyle hakim olması, sürekli üretken olması ve aynı zamanda toplum genelinin huzurunu kaçırmaması gereken özneye bir mâni olarak algılanan her şey çabucak bozukluk kategorisine alınıyor. Öznenin toplumsal beklentilere ilişkin iç kargaşası ve ikilemleri çabucak kaygı olarak adlandırılıyor.
Yeni kaygı çağı öncelikle terörist saldırı tehlikesiyle ve yeni hastalıklarla bağlantılıymış gibi görünüyorsa da, kaygının öznenin hem kendisine dair hem de toplum genelindeki konumunda meydana gelen değişimlere dair algısının değişmesinden doğduğunu unutmamalıyız.
The Crisis of the Mind’da( Zihnin Krizi) Paul Valery, modern çağı birbirine en uzak fikirlerin hep birlikte serbestçe varlığını sürdürür göründüğü, yaşamak ve öğrenmek için sabit bir referansın kalmadığı bir çağ olarak betimler.