Totalitarizmin amacının insanlar üzerinde despotik bir yönetim kurmak değil, insanların gereksiz olduğu bir sistemi inşa etmek olduğudur. Sivrisinek benzetmesi de aslında bu gereksizlikte anlamını bulur.
Nüfus ve insan, istatiksel ve bilimsel bir bilgi nesnesidir. Bunları yönetmek için birçok taktik, teknik, strateji, özel bilgi türleri ve hesaplamalar gerekir.
Foucault'ya göre, 'homo economicus' "kendisinin şirketi, kendisinin sermayesi, kendisinin üreticisi, kendi gelirinin kaynağı"dır ve şirketlerden oluşan ekonomik ve toplumsal alana da "bir bireysel girişim, bir bireysel şirket olarak' bağlanır. Böylesi öznelerden oluşan bir nüfus yaratmak ise iş gücünün niteliğini dramatik olarak değiştirir. Bu bağlamda değerlendirildiğinde, satılmadan önce disipline edilmiş emek gücünün ötesinde, insan yaşamının bir bütün olarak dönüştürülmesi ile ilgili olan bir biyopolitika söz konusudur. İnsanlar aktif bir özneleşme süreci ile kendi yaşamlarını sürekli bir ekonomik eleştirinin nesnesi haline getirmek suretiyle kendi kendilerini beşeri sermaye olarak inşa ederler. Neoliberal ekonomik özne için çalışma, üretim ve yatırım kendi kendini üretme faaliyetinden ayrı olarak düşünülemez. Dolayısıyla, alınan ücret karşılığında belirli bir zamandan vazgeçilmesi anlayışından, tam da (deneyim kazanmak suretiyle) çalışılan zamanın ve eğitim sürecinin öznel bir yatırım fırsatı olarak görüldüğü bir anlayışa geçilir. Eğitimde ve işte geçirilen süreç yabancılaştırıcı bir deneyim değildir, tam tersine belirli türden bir yaşamsallığın öğrenildiği ve deneyimlendiği bir "oluş" sürecidir.
Disiplin iktidarı "nüfus"u özenle yönetilecek bir üretim ve üreme yığını olarak görür. Biyopolitika kendini bu işe adar. Üreme, doğum ve ölüm oranları, sağlık düzeyi, yaşam süresi düzenleme amaçlı kontrollerin açıkça nesnesi haline gelir.
Yardım derneklerinin, islami hayırseverlik anlayışını yaygınlaştırmaya ve geliştirmeye çalışırken, neoliberal yoksulluk algısını da yeniden ürettiklerini söylemek mümkün.