Kenji Miyazawa ile tanışmamız bu kitapla oldu ve sanırım bu tanışıklık epey uzun bir zamana yayılacak gibi duruyor.
.
.
Rüya betimlemesinin nadir görülen bir tarzıyla karşı karşıya kaldım bu kitapta. Oldukça güzel bir hikaye anlatımı. 1920'li yıllarda yazılmış bir hikaye için hiç fena denilemeyecek kadar astronomi var. Üstelik fantastik bir hikayeyi bir çocuk öyküsüne çevirmek çok zor değil ama astronomi ve metafizik inanç noktaları ile doğru şekilde harmanlamak kolay değil diye düşünüyorum. Zira tepkiler gecikmez...
.
O sivri virajları öylesine yumuşak dönmüş ki, ( günümüz çevirilerinin de bunda etkisi olduğunu düşünüyorum ) ebeveynlerin güzel birer aracı olabilir bu kitap.
.
.
.
Yumuşak ve yer yer çarpıcı hikaye örnekleri içinde uzakdoğu raflarına mutlaka koyarım bu kitabı. Yazarı da öyle. Ithaki'nin bu serisine devam ederim zaman zaman öyle görünüyor.
.
.
.
Çünkü bir insanı etkilemek ona kendi ruhunu vermektir. Etkilenen kişi artık kendi fikirleriyle düşünemez, kendi tutkularıyla yanıp tutuşamaz hale gelir.
Ama bizler için farklı. Şu noktaya bir daha bakın. İşte bu. İşte vatan. İşte biz. Üzerindeki herkesi seviyorsunuz, herkesi biliyorsunuz, herkes hakkında bir şey duymuşsunuz; her insan, kim olursa olsun, kendi hayatını yaşıyor. Sevinçlerimizin ve acılarımızın toplamı, türümüzün tarihindeki, kendinden emin binlerce din, ideoloji ve ekonomi doktrini, bütün avcı ve toplayıcılar, bütün kahramanlar ve korkaklar, uygarlığın bütün yaratıcıları ve yok edicileri, bütün krallar ve köylüler, bütün genç âşık çiftler, bütün anneler ve babalar, umut dolu çocuklar, mucitler ve kâşifler, bütün ahlak hocaları, bütün yozlaşmış siyasetçiler, bütün "süperstar"lar, bütün "yüce lider"ler, bütün azizler ve günahkarlar orada -bir güneş ışığı hüzmesinde asılı duran o toz zerresinde- yaşadı.
Eğer ilerlemiş bir uygarlık Güneş sistemimize buyuracak olursa yapabileceğimiz hiçbir şey yoktur. Onların bilim ve teknoloji düzeyleri bizimkinin çok üzerindedir. Temasa geçeceğimiz ileri bir uygarlığın olası kötü niyetinden endişe duymak gereksizdir. Bu kadar uzun bir zaman dilimi uygarlıklarının sürmüş bulunması, kendi kendilerini ve başkalarını yok etmeden yaşama yöntemini öğrendiklerini gösterir. Dünya dışı yaratıklar konusunda duyduğumuz endişe, kendi geriliğimizin bir sonucu olabilir, geçmişteki tarihimizden duyduğumuz vicdan azabından doğabilir.
Büyük Patlamanın çıkardığı madde ve enerjinin yayılmasından sonra bilemediğimiz çağlar boyunca Kozmos şekilsizdi. Ne galaksiler, ne gezegenler, ne hayat vardı. Her taraf koyu, aşılamaz bir karanlığa gömülmüştü, hidrojen atomları da boşluktaydı. Kâh orada, kâh burada giderek yoğunlaşan gaz birikintileri fark edilmeyecek biçimde yığılıyordu. Madde küreleri yoğunlaşıyor, yağmur biçimindeki hidrojen damlaları güneşlerden daha büyük kütleler oluşturuyordu. Bu gaz küreleri içinde maddede hazır bekleyen nükleer (çekirdeksel) ateş kıvılcımlandı. İlk yıldız nesli böylece doğmuş oluyordu Kozmos’u ışığa boğarak. O zamanlar ışığı alacak gezegenler, göklerin parıltısını izleyecek canlı yaratık yoktu. Göğün derinliğindeki yıldızların fırınlarında nükleer erimeden ağır elementleri sağlayan, hidrojen küllerini yakan, gelecekteki gezegenlerle oradaki hayat şekillerinin atomik yapı harcını hazırlayan bir ilmi simya belirdi. Kocaman kütleli yıldızlar nükleer yakıt depolarını hemencecik tükettiler; büyük patlamanın etkisiyle, yapı harçlarının büyük bir bölümünü, bir zamanlar yoğunlaşmasından oluştukları ince gaza dönüştürdüler. Yıldızlararası kara çamur bulutlarında birçok elementten yeni yağmur tanecikleri oluşuyordu. Bunlar daha sonraki yıldız nesilleriydi. Çevrelerinde daha küçük yağmur tanecikleri oluştu. Bunlar nükleer ateşi kıvılcımlandıramayacak kadar küçük cisimlerdi. Yıldızlararası sistemdeki bu damlacıklar gezegen olma yolundaydılar. Bunlar arasında taştan ve demirden yapılmış bir küçücük dünya da vardı, adına yeryüzü dediğimiz gezegenin ilk haliydi bu.
Evrenin, ipleri görülmeyen ve inceleme konusu yapılamayan bir tanrının ya da tanrıların elinde olan bir kukla durumunda olduğu düşüncesi, insanları binlerce yıl baskı altında tuttu ve hâlâ bazılarımızı tutuyor. Derken 2500 yıl önce birden her şeyin atomlardan oluştuğuna inanan insanlar ortaya çıktı. İnsanlar ve hayvanların daha basit hayat şekillerinden geliştiğine, hastalıkların şeytan ya da tanrı işi olmadığına ve yeryüzünün Güneş çevresinde dönen bir gezegen olduğuna inanan insanlardı bunlar. Ve yıldızların çok uzaklarda bulunduğunu söylüyorlardı.
...ve işte böylece büyük bir fikir doğdu: Dünyayı tanrı varsayımından soyutlayarak anlayıp öğrenme yolunun bulunabileceği, her serçenin düşüş nedenini Zeus'a bağlamadan ilkeler, güçler, doğa yasalarının var olabileceği düşüncesi.