Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Profil
Savaşın hala bizimle olmasının başlıca nedeni, ne insan türünün gizli ölüm istenci ne bastırmaya gelmeyen bir saldırganlık dürtüsü ne de daha inandırıcı olsa da silahsızlanmanın içerdiği ciddi toplumsal ve iktisadi tehlikelerdir. Savaşların hala var olmasının nedenini uluslararası ilişkilerde savaşın yerine siyasal sahnede başka bir nihai hakemin ortaya çıkmamış olmasında aramak gerekir. Hobbes ‘kılıç olmaksızın sözleşmeler sözden başka bir anlam taşımaz’ derken haksız mıydı?
Sayfa 11
Diktatör gücünü arttırdıkça, aptallar o gücün büyüsüne kapılıyor ve bağımsız düşünme yetisini kaybediyordu.
Reklam
“Aptallık” psikolojik değil sosyolojik bir sorundur.
Fakat aptallık hakkındaki bu düşünceler, insanların çoğunluğunun her durumda aptal olduğunu düşünmemizin tamamen önüne geçtiği için bir teselli de sunar. Bu da gerçekte, iktidardakilerin, insanların içsel bağımsızlık ve bilgeliğinden çok aptallığından yararlanmayı bekleyip beklemeyeceğine bağlı olacaktır.
İşte tam bu noktada, aptallığın üstesinden, öğretme ile (izahatla) değil yalnızca bir özgürleşme eylemiyle gelinebileceği oldukça açık hale geliyor. Burada, çoğu durumda gerçek bir içsel kurtuluşun ancak onun öncesinde bir dışsal kurtuluş olduğu zaman mümkün hale geleceği gerçeğini kabul etmeliyiz. O zamana kadar aptal insanı ikna etmeye yönelik tüm girişimlerden vazgeçmeliyiz.
Genellikle aptallığın doğuştan gelen bir problem olduğu izlenimi egemen olsa da gerçekte insanlar belirli koşullar altında aptallaşırlar; hatta daha doğrusu bunun olmasına izin verirler. Bu arada, kendilerini diğerlerinden izole eden veya yalnız yaşayan insanların, bu kusuru, sosyalleşmeye meyilli veya zorunlu olan bireylerden ve gruplardan daha az sıklıkla sergilediklerini belirtelim. Ve öyle görünüyor ki aptallık belki de psikolojik olmaktan çok sosyolojik bir sorundur.
Reklam
"Bu ezelden beri süregelen bir yöntemdir; Halk söküp almadıkça, kral ayrıcalıklarından vazgeçmez."
Victor Hugo
Victor Hugo
Güç sahipleri gücünü arttırdıkça aptallar o gücün büyüsüne kapılıyor ve bağımsız düşünme yetisini kaybediyor, gerçekleri inatla reddediyor, üstelik ne yaptıklarını bile bilmeden her türlü kötülüğü yapıyorlardı. Onlardan biriyle konuşurken, sanki bir insanla değil, sloganlar ve ezberlenmiş repliklerle konuşmaya programlanmış bir robotla konuştuğunuz duygusuna kapılıyordunuz.
Haber bültenleri toplumun marjinal kesimlerini birer tuhaflık örneği olarak haber konusu yapmakla kalmaz (bunu bir zamanlar eşcinsel­lerle ilgili programlarında Ertürk Yöndem yapıyordu), aynı zamanda memuru, işçiyi, taşralıyı, köylüyü, İslamcıyı, gençli­ği ya da varoşta yaşayanı hep bir tehdit olarak, tehlikeli bir ya­bancı olarak, negatif bir örneğe dönüştürerek marjinalleştirir. Birbiri ardına sıraladığı kötü haberleriyle, korku filmi frag­manlarını andıran satırbaşlarıyla bugünün haber söylemi mu­habiri hafıyeye, ana haber sunucusunu yargıca, esas önemlisi kamusal alanı da daha baştan bir sorunlar alanına dönüştürür. Böylece, haberi tüketenin özel dünyasıyla haberin geldiği kötü dış dünya arasına aşılmaz bir sınır çekilmiş olur.
Sayfa 115 - Teklifi Olmayan KültürKitabı okudu
Ne kadar kaba ve ikiyüzlü olabilirse olsun, Kemalizmin taşraya uyguladığı baskı her zaman bir va­adi, modernleşme, medenileşme vaatlerini içinde taşıyordu. Bu, yalnızca Kemalizm gibi nispeten cılız sayılabilecek bir baskı aygıtı için değil, bütün geleneksel baskı aygıtları için de geçerli. Erkeklerin kadınlar üzerindeki baskısı, bir aşk vaadi­nin dışında tasavvur edilebilir mi?
Sayfa 107 - Bastırılmışın Geri DönüşüKitabı okudu
Reklam
80'lerin kültürel iklimini belirleyen yalnızca kitle kültürü değildi. Daha çok "taşra" olarak adlandı­rılabilecek bir yaşantının, bugüne kadar modem kültürel kimlikler içinde ancak bastırılarak varolabilmiş, kendini onlara tabi kılmış yaşantıların geri dönüşüydü.
Sayfa 103 - Bastırılmışın Geri DönüşüKitabı okudu
Murat Belge, bir yazısında Yılmaz Güney'in "erdemleri ve "kusur"ları diye ayrıştırdığı iki farklı yönünden, "çiftkişiliği"nden söz etmişti: Bir yanda mertlik, silah, şiddet düşkünlü­ğü, diğer yanda akılcı, insancıl yönü, boynu büküklüğü, evli­yalığı, dervişliği. Murat Belge bu farklı yönleri, Yılmaz Güney'in hayatındaki gerilimin ifadesi olarak yorumluyordu. Ama Yılmaz Güney'i bir dönemin vicdanı kılan, onu adil ol­mayan bir dünyada "adalet dağıtan" kişi yapan, örgütlü bir kö­tülük dünyasına karşı tek başına savaşan bir kahraman kılan, tam da bu iki yönün, bu "erdem" ve "kusur"ların birlikteliğiydi. Hem onu kültleştiren insanlardan biri, o dünyanın raconuy­la yetişmiş biri olması, hem de onlardan farklı olması, kitlesi ile arasında bir mesafe bırakması, onların üzerinde, onların uzağında olmasıydı.
Sayfa 98 - Vicdan ve TeknikKitabı okudu
Burjuva toplumunda insanın kendi benliğiyle kurduğu ilişki kalıcı bir yabancılaşmadır.
Sayfa 87 - Krizin İmkânlarıKitabı okudu
Evren 12 Eylül müdahalesini birçok kez hastalığa bulun­muş bir çare olarak sundu; parlamenter sistem "felce uğramış­tı", demokrasinin işleyişi "sağlıklı" değildi. Ama "sağlık"la "ahlak" arasındaki sınır sık sık bulanıklaşıyordu; "temiz" va­tan evlatları "sapık" ideolojilerin etkisindeydi. Evren, bütün bunlara karşı yapılan müdahaleyi de bir sağlık tedbiriymiş gi­bi, tıbbi bir terimle dile getirdi: "Acılı reçete”.
Sayfa 70 - İktidarın SağlığıKitabı okudu
Geri199
1.500 öğeden 1.486 ile 1.500 arasındakiler gösteriliyor.