Ben varmayı değil hep yolda olmayı seviyorum.O yüzden bir yere vardığımda sıkılıyorum.
Durağanlık sizce de sıkıcı değil mi?
Yolculuk yapalım.
Hem maddi hem manevi.
Hem gerçek hem mecaz.
çocukluğumda, dedem kaderden bahsettiği zaman, bizim hikâyemizin doğmadan çok önce bütünüyle yazılmış, mühürlenmiş olduğunu sanırdım. ‘Keşke benim hikâyem yollarda yazılmış olsa' derdim kendi kendime. Bazen umutla, bazen karamsarca.
Sonraki yıllarda, Sunu Mozaiği'ni seyrederken aklıma düştü; Dedem ve o keşiş yer değiştirseydi hikâye aynı kalır mıydı?'
Dedem, tatlı diliyle ve anlattığı hikâyelerle muhafızlan ikna edip Ayasofya'ya girmeyi başarır mıydı?
Huysuz keşiş, bir yabancıyı evine alıp günlerce misafir eder miydi? Ya keşiş Roma yerine Ağımas'ta doğsaydı o kadar huysuz olur muydu?
Karakter de kaderden miydi?
Dinim değişirken, kendime, hayata, insanlara, yaratıcıya ve elbette kadere ait zanmm da değişmeye başlamıştı. Eskiden kader benim için bir teslimiyet, hatta güvenli bir sığınağı ifade etmek için kullandığım bir kelimeden ibaretmiş.
Yafa'ya vardığımızda ise, kaderin bir yol olduğunu kavradım. Nasıl bir yolcu olacağımızı karakterimiz belirliyordu.
Nereye gidersem gideyim, yolculuğum istikametimiz bir çemberin başlangıç noktasına yepyeni biri olarak varabilmek gibiydi. Bir eğrinin içinden doğru olarak çıkabilmek içindi. Benimki de tüm sınav buydu, iki nokta arasındaki en uzun yolun insanın kendi olduğunu anlamak...
O bir yolcuydu, sadece yolcu. Gitmek istediği bir yer yoktu. Bir adrese varmak için yürüyenlerden değildi. Birine kavuşmak için soranlardan değildi. Yürümek için doğmuştu, batıni ve zahiri alemlerin pusulasız yolcusuydu.