İnsanları vahyin aydınlığından küfür ve şirkin karanlıklarına çağıran her kurum tağuti bir kurumdur. İsminin din, diyanet gibi İslami çağrışımlar yapıyor olması bu gerçeği değiştirmez.
Bilindiği gibi Türkiye Diyaneti, bir Cumhuriyet projesidir. Kur'ân, Arapça, ezan, medrese eğitimi va hatta İslami kıyafetler gibi, İslam'ı andıran ne varsa hepsinin yasaklandığı bir ortamda Cumhuriyet kadrolarının Diyanet teşkilatını kurması gerçekten düşündürücüdür.
İslami olan her şeye savaş açmış bir zihniyet, ne diye dinî bir teşkilat kurar?
Laiklik temelleri üzerine kurulu bir sistem, din ile devleti ayırmak yerine nasıl olur da devlete bağlı bir din teşkilatı kurar?
İsterseniz bu soruya biz değil, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucu kadrosu ve Diyanet cevap versin:
Atatürk'e danışmanlık yapmış olan Ahmet Hamdi Başar, "Atatürkle üç ay ve 1930'dan sonra Türkiye" adlı kitabının 47. Sayfasında der ki:
"Bizde dini, cemiyetin (toplumun) dışına atmak değil, bilakis inkılabın emrine vererek yaşatmak lazımdır. Camileri yıkıp, terk edip onların yerine halkevleri yapmak suretiyle hedefimize varamayız. Her zaman camide toplanan halka, oradan sesimizi duyurmak, oraları modern halkevleri hâline koymak; din sınıfını (âlimleri) ortadan kaldırmak, herkesi din ve dünya namına konuşturmak mümkündür."
Demek ki neymiş; amaç, dini devletin hizmetine vermek ve camileri halkevi gibi propaganda için kullanmakmış.