Hem senin mahiyetine öyle manevî cihazat ve latîfeler vermiş ki; bazıları dünyayı yutsa tok olmaz. Bazıları bir zerreyi kendinde yerleştiremiyor. Baş, bir batman taşı kaldırdığı halde; göz, bir saçı kaldıramadığı gibi; o latîfe, bir saç kadar bir sıklete, yani gaflet ve dalaletten gelen küçük bir halete dayanamıyor. Hattâ bazan söner ve ölür. Madem öyledir; hazer et, dikkatle bas, batmaktan kork. Bir lokma, bir kelime, bir dane, bir lem'a, bir işarette, bir öpmekte batma! Dünyayı yutan bütün letaiflerini onda batırma. Çünki çok küçük şeyler var, çok büyükleri bir cihette yutar. Nasıl küçük bir cam parçasında; gök, yıldızlarıyla beraber içine girip garkoluyor. Hardal gibi küçük kuvve-i hâfızanda, senin sahife-i a'malinin ekseri ve sahaif-i ömrünün ağlebi içine girdiği gibi; çok cüz'î küçük şeyler var, öyle büyük eşyayı bir cihette yutar, istiab eder.
Sayfa 133
Üçüncü Remiz: Ey insan! Fâtır-ı Hakîm'in senin mâhiyetine koyduğu en garîb bir hâlet şudur ki, bazen dünyaya yerleşemiyorsun. Zindânda boğazı sıkılmış adam gibi "of, of" deyip dünyadan daha geniş bir yer istediğin hâlde; bir zerrecik bir iş, bir hâtıra, bir dakika içine girip yerleşiyorsun. Koca dünyaya yerleşemeyen kalb ve fikrin o zerrecikte yerleşir. En şiddetli hissiyatınla o dakikacık, o hâtıracıkta dolaşıyorsun. Hem senin mâhiyetine öyle manevî cihâzât ve latîfeler vermiş ki, bazıları dünyayı yutsa tok olmaz; bazıları bir zerreyi kendinde yerleştiremiyor. Baş bir batman taşı kaldırdığı hâlde, göz bir saçı kaldıramadığı gibi; o latîfe, bir saç kadar bir sıkleti, yani gaflet ve dalâletten gelen küçük bir hâlete dayanamıyor. Hattâ bazen söner ve ölür. Mâdem öyledir, hazer et, dikkatle bas, batmaktan kork. Bir lokma, bir kelime, bir dâne, bir lem'a, bir işârette, bir öpmekte batma! Dünyayı yutan büyük letâiflerini onda batırma. Çünkü çok küçük şeyler var, çok büyükleri bir cihette yutar. Nasıl küçük bir cam parçasında gök, yıldızlarıyla beraber içine girip gark oluyor. Hardal gibi küçük kuvve-i hâfızanda, senin sahife-i a'mâlin ekseri ve sahâif-i ömrün ağlebi içine girdiği gibi, çok cüz'î küçük şeyler var, öyle büyük eşyayı bir cihette yutar, istiâb eder. Lem'alar
Reklam
Hem bazen şeytan, kalp üstündeki lümmesi cihetinde Cenab-ı Hak hakkında fena sözler söyler. O adam zanneder ki onun kalbi bozulmuş ki böyle söylüyor, titriyor. Halbuki onun titremesi ve korkması ve adem-i rızası delildir ki o sözler, kalbinden gelmiyor, belki lümme-i şeytaniyeden geliyor veya şeytan tarafından ihtar ve tahayyül ediliyor. Hem insanın letaifi içinde teşhis edemediğim bir iki latîfe var ki ihtiyar ve iradeyi dinlemezler belki de mes'uliyet altına da giremezler. Bazen o latîfeler hükmediyorlar, hakkı dinlemiyorlar, yanlış şeylere giriyorlar. O vakit şeytan o adama telkin eder ki: "Senin istidadın hakka ve imana muvafık değil ki böyle ihtiyarsız bâtıl şeylere giriyorsun. Demek senin kaderin, seni şakavete mahkûm etmiştir." O bîçare adam, yeise düşüp, helâkete gider. İşte şeytanın evvelki desiselerine karşı mü'minin tahassungâhı: Muhakkikîn-i asfiyanın düsturlarıyla hudutları taayyün eden hakaik-i imaniye ve muhkemat-ı Kur'aniyedir. Ve âhirdeki desiselerine karşı, istiaze ile ehemmiyet vermemektir. Çünkü ehemmiyet verdikçe, nazar-ı dikkati celbettirip büyür, şişer. Mü'minin böyle manevî yaralarına tiryak ve merhem, sünnet-i seniyedir.
Mizah, toplumların gen yapılarını temelden değiştirebilecek güce sahiptir. Tahrip gücü kadar saldırıdaki başarısı da dikkatleri çeker. Son elli yılda geçirdiğimiz sosyal değişimler göz önünde bulundurulursa Türk mizah edebiyatının hiçbir dönemde olmadığı kadar önemli bir atılım yapması beklenirdi. En azından tek partili dönemde bile seçkin örnekler ile toplumu kuşatıp dilden dile dolaşan, aktüel ve siyasî gazetelerde bile yer bulan, ciddi yazarların ve önemli insanların takip ettikleri o mizah şiirleri, o latifeler, o hicivler, çok partili döneme geçildiği yıllardan itibaren pekâlâ çoğalarak devam edebilir, gazetelerin ve dergilerin mizah sayfaları en çok okunan sayfalar olabilirdi. Özellikle de televizyon gibi bir teknoloji harikası alet her eve girmişken!. Yazık, çok yazık!.. Gecenin bir yarısında başlayan, çoğu avamî ve pespaye talk-showları Türk mizahını temsil ediyormuş gibi görmekten utanç duymamız gerekir.
Sayfa 72 - KAPI YAYINLARIKitabı okudu
Hoş latifeler insanı rahatlatır, yorgunluğun verdiği ağırlıktan uzaklaştırır. Çünkü hayat sıkıntı ve acılardan uzak kalmaz. Latife bunların insana verdiği ağırlık ve bezginliği hafifletir. Ayrıca insan güler yüzlü ve mütebessimken asık suratlı ve somurtkan olduğu zamandan daha çok ve kolay öğrenir. Bir şeyler öğreten “latife" ve aydınlatıp yol gösteren “takılma" ne kadar da tatlıdır. Çünkü sürekli ciddi durmak zihni yorar, fikri durgunlaştırır. Zaman zaman yapılan hoş ve yararlı mizah insanı tekrardan dinçleştirir ve dikkatini toplar. Hikmet sahibi, vakur, şefkatli ve merhametli büyük muallim sallallahu aleyhi ve sellem bunu ne de iyi biliyordu. "Allâme İbn Kuteybe şöyle demektedir: “Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şakalaşırdı. İnsanlar da onun gibi davranmak ve onu örnek almakla emrolunmuşlardır. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem güler yüz ve mütebessimliği bırakıp asik suratlı ve somurtkan olsaydi insanlar da ona tabi olacaklardı. Bu ise insanın tabiatına aykırıdır ve böyle olmak zordur. Bu yüzden Hz. Peygamber'in sallallahu aleyhi ve sellem kendisi şaka yapmış, ümmeti de aynı yolu takip etmişlerdir. Şüphesiz o, (şakasında bile) doğru sözden başka bir şey demezdi.”
Mesele şu ki devran döner, her şey değişir. İşte o zaman beni tebrik etmeye ilk önce dostane latifeler eşiğinde bu ahlak dersi verenler gelir.
Sayfa 217Kitabı okudu
Reklam
277 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.