Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Ozan Ben

Ozan Ben
@lebardenoir
Mütercim-Tercüman, Rehber ve Gezgin
İzmir-istanbul
14 okur puanı
Mayıs 2017 tarihinde katıldı
Henüz koruyabildiğim bazı özelliklerim varken daha insan olduğumu hissederken bu gidişe bir son vermeliyim. Yoksa çok geç olacak ve kendimi affetmeyeceğim. Seni seviyorum ve beni unutmamanı istiyorum. Ben seni bir an için de olsa unutabileceğimi düşünerek buna girişiyorum
Reklam
Sevmek zaman ayırmaktır, boş zamanları doldurmak değil... Robin Sharma
Sevmek mi güzeldir sizce, sevilmek mi? Cevabınız "Sevilmek!" mi? Sevilmeye layık olduğunuz inancı, birilerinin sizi sevmesiyle onaylanmış oluyor böylece. Sevilmek iyi gelir, çünkü artık siz de sevgi dolu olabilirsiniz... Sevildiğiniz için sevebilirsiniz... Ne var ki artık sevilmediğinizi gördüğünüz an, sevdiğiniz her şey anlamını yitirir... Güzel olan sevmektir... Sevilmeyi beklemeden sevmek... Onaylanma duymadan, beklentisiz sevmek...

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Hüznü arayan azdır fakat herkes günün birinde yüzleşir onunla, hangi sebepten olursa olsun, o zaman hüzne hayatta layık olduğu alanı açmak, onun bakımını yapmak, evet, ona olabildiğince şefkatle davranmak, hatta bazen kendini tamamen ona teslim etmek gerekir. Hüzün illa azaltılacaksa bunun için gerekli olan zaman onu yeni baştan ve bu sefer daha keskin biçimde tecrübe etmeye açılır. Buna karşılık hüznü kabullenen kişi hayata dair daha yüksek duyarlılık ve daha derin bir idrak kazanır, kendi benliğini yoğun bi şekilde sorgular, böylece kendisine yeni bir yön verebilir. Ağlamanın ve hüzünlü olmanın temizleyici gücü buradadır.
Benliğin güvensizlik, hiddet, kıskançlık, hayal kırıklığı ve mutsuzluk gibi öfkeli ve yadırganan duygularla da dost olması gerekir. Neşe ve kaygısızlık gibi kuvvetlendirici ve kanatlandırıcı duygular, muazzam enerjileri harekete geçirir; hüzün ve tatsızlık gibi güvensizleştirici ve kederlendirici duygular enerjileri tekrar zapt eder. Ama hayat zaten ancak bu geniş yelpaze içinde yaşanılabilir. Bir insanın duygularının hakkını verebilmesi için bu yelpazenin tamamı içinde uygun ifade biçimlerini bulması gerekir.
Reklam
Kendini sevebilmek hayatta pek çok şeyin temelidir ama en çokta başkalarını sevebilmenin temelidir. Ötekilerin beni sevebilmesinin de temeli. Orda, ötekilere sadece kendi sorunlarından uzaklaşmak için bakmayan birini tâ uzaktan fark ederler. Hayatta doygunluğa ulaşmadan önce ötekileri değil, kendisini sorumlu tutuyordur o insan. Kendi kendisi ile iyi bir ilişki geliştirerek, başkalarına da verebileceği kadar iç anlam üretebilmiştir. Anlam kaynağı haline gelen bi insandan daha erotik bir şey pek yoktur.
Ölümün mağarasından Gün ışığına çıktı. Güneş ne güzelmiş, Ne güzelmiş kıyıda koşan çocuk Kayalara martılar gibi konan aşıklar, Açıklardaki beyaz tekne. Ne güzelmiş Karacaahmet’de Adsız bir ölü olmamak.
Nice güneşler doğacak, Göremeyeceksin. Yaz yağmurları yüzünü okşayamayacak, Karpuz dilimlerini ısıramayacaksın. Hanımelilerin kokusu Senin için artmayacak Karanlık basarken. Kurumuş bir yapraksın sen, Toprağa karışacaksın.
Tıpış tıpış pencereme gel, yağmur. Tıp tıp et cama. İçeriye alayım seni. Gözyaşlarının tuzunu, Sevişmenin terini Yaşamanın kirini sil üstümden Yıkayıp tertemiz et beni.
Ölüm, kucağına yerleşmiş, Bir güzel kedi. Okşadıkça fesleğenler gibi, Güzel kokular saçan. Ölüm, boğucu sıcaklardan sonra gelen, mis gibi toprak kokan, bir yağmur kadar güzeldir kimi zaman.
Reklam
Yaşamın kirinden arınmak isteği içindedir ihtiyar: Kafanın içini temizlemelisin, Pis kokulu süprüntü yığınlar var orada. İğrenç küçük böcekler dolanıyor Beyninin kıvrımlarında. Kova kova sular dökmelisin, Arındırmalısın kafanın içini, Serin rüzgarlar esmeli, Dibinde çakıl taşları ışıldayan Saydam ırmaklar akmalı, Kumrular uçuşmalı Kafanın içinde.
Geceleri uyanır, Gecelerin en karanlığında, Üstüne üstüne çullanır o zaman felaketleri. Kara kuşlar gagalar Bir deri bir kemik boynunu. Aydınlıkta hep gülümseyen Saygın yaşlı değil, Yatağında büzülmüş Çok küçük bir ihtiyardır şimdi. Ölülerle başbaşa kalır; mutlu olursunuz kimi zaman: Geceleyin düşlerinde Hep ölülerle artık. Onlarla birlikte koşuyor Denizin ıslattığı kumsallarda. Ara sıra denizin üstünde de yürüyor, Hopluyor zıplıyor Onlarla birlikte.
Birçok felaketi daha vardır ihtiyarlığın. Bunların en korkuncu sevdiklerinin ölümüdür. En yakın arkadaşların ölür, Gencecik insanlar ölür, doğurduğun çocuk ölür. Ölüler çiçek açar Toprağın altında. Haberler gelmez olur, Kapı zilleri çalmaz, Telefonlar susar. Ama ölüler şarkı söyler Toprağın altından. Ölüler seslenirler bize Denizlerin derinlerinden. Ölüler top top ateş olup yanarlar Gecelerin karanlığında Ölüler hep çiçek açarlar Toprağın altında.
Pek çoğumuz yıllarca pasif ve boyun eğen bir insan olduktan sonra, birden patlamaya hazır hale dönüşen kişi­ler tanır ve neler olup bittiğini merak ederiz. Bunun, görüştükleri danışman veya birlikte çalıştıkları firma yüzünden meydana gelmiş olabileceğini düşünür, suçu onlara yıkarız. Gerçekte, yıllarca baş eğen bu kişilerin, sonunda hap­sedilmiş öfkeleri patlar. Sınır yaratmadaki bu tepkisel dö­nem, özellikle kurbanları için yararlıdır. Fiziksel veya cinsel istismar yoluyla veya duygusal şantaj ve manipülasyonla kapatılmış olabilecekleri güçsüz, kurban edilmiş konumdan çıkma gereksinimindedirler. Onların azat edilişle­rini kutlamamız gerekir.
Son zamanlara kadar 'Fena bir şey yapmıyorum ya!' der ve kendimi temize çıkarmaya çalışırdım. Fakat hadiseler gösterdi ki, fena olmayışım tesadüf eseriymiş, fırsat düşmemiş, zaruret olmamış. Nitekim hayatın ilk çelmesinde yuvarlanıverdim. İyilik demek kimseye kötülüğü dokunmamak değil, kötülük yapacak cevheri içinde taşımamak demektir. Bende bu fena cevher fazla miktarda mevcutmuş. Belki herkeste var... Fakat insan olan onu söküp atmasını, yahut boğmasını biliyor... Dokunmadan bırakmak, bir gün başını kaldırmasına meydan vermek olur...
Bu adamların hepsi büyük bir tezat ve ikilik içinde çırpınıyorlar. Hiçbiri sırtında taşıdığı ve muhafazaya mecbur olduğu mevki veya paye ile ahenk halinde yaşamıyor. Kafaları, zekâ itibariyle olsun, yarım yamalak bilgileri itibariyle olsun, merhamete muhtaç bir halde. Şahsiyetleri kırpıntı bohçası gibi. Her şeyleri iğreti, her vasıfları, her
Reklam
Ömer'i seviyordu. Bundan şüphesi yoktu. Hatta belki de bu sevgide vücudunun rolü kafasının rolünden daha büyüktü.
Dünyaya hükmetmeye hazırlanıyormuş! Dünya kim?.. Benden başka dünya var mı? Herkesin bir tek dünyası vardır, o da kendisi... Üst tarafıyla alakadar olmaya bile değmez... Zeki olmak, kuvvetli kafa ve bilgi sahibi olmak neye yarıyor? Bizi istediğimiz saadete götüremedikten sonra... Zekâmız olmasa daha iyiydi. Otlar, hayvanlar, bulutlar ve kayalar gibi yaşamak bana daha saadet verici, daha yorgunluksuz, daha manalı geliyor...
Zannediyorsun ki, hepimiz birer makineyiz ve evvelden kurulduğumuz gibi işleriz. Bir yerde bir bozukluk oldu mu, derhal orayı söküp atmak lazım!.. En kuvvetli insanın bile bazan ne kadar zayıf anları, istediğinin tam aksini yapmaya mecbur olduğu dakikaları bulunduğunu nasıl inkâr edebiliriz? Böyle hadiseler hiç kimseyi olduğundan daha fena, yahut daha iyi yapamaz!”
Dünyadaki insanların acaba kaç binde biri şu anda başını aya çevirmiştir? Halbuki o her şeyi, herkesi görüyor ve gafletimizin üstüne o tatlı, o iyi tebessümünü serpiyor. Dikkatle baksam onun parlak çehresi üzerinde birçok şeyler göreceğimi zannediyorum. Şu dakikada sarı nehir üzerindeki kayıklarında uyuyan yorgun Kulileri, iri Hindistan cevizi ağaçlarının dalları arasında tüneyen papağanları, başlarını Nil'in kırmızı sahillerine yaslayarak dinlenen timsahları ve herhangi büyük bir şehrin herhangi bir eğlence bahçesindeki sevgilisini belinden kavrayan sarhoş kibarzadeleri aydınlatan hep aynı ışıktır. Halbuki ne kadar masum bir yüzü var; harp meydanlarında bağırsaklarını avuçlayarak ölenleri, apartman kapılarının önüne bırakılan çöp tenekelerini karıştırıp gıda arayanları, aynı gecede ikinci âşıkını pencereden içeri almaya çalışanları gördüğü halde güzelliğini ve saffetini muhafaza edebiliyor. Bizler, her gördüğümüz fenalığın ve rezaletin bir parçasını ruhumuzda ebediyen beraber taşımaya mahkûm insanlar, onun yanında ne kadar zavallı ve küçük şeyleriz...
Böyle bir geceyi bütün varlığımızla içemeyişimizin sebebi, kafamızı bir çok saçma şeylerin doldurmuş olmasıdır. On bin, yirmi bin sene evvelki insan gibi olabilsek, tabiatı onların gözleri ile görebilsek, muhakkak ki şimdi burada böyle sükunetle oturamazdık. Onlar güneşi, ayı, falanca yüksek tepeyi veya filanca bulutu, yıldırımı babalarının hayırlarına mı allah yapmışlardı. Onlar tabiatta saklı duran ruhu bizden iyi anlamışlardı. Halbuki bizim bunu yapmaya imkanımız yok. Mini mini kafalarımızı ukala kitaplar, birbirinden çürük bilgiler, neticesi olmayan hesaplar ve Allah kahretsin karma karışık menfaat düşünceleri dolduruyor.
"İçinde şeytan dediğin o şeyin en kıymetli tarafın olmadığını nereden biliyorsun? Sizin gibi beş hissinden başka duygu vasıtası olmayanlar bu daimi korkudan kurtulamazlar. Asıl sebep ve illetlere varabilirseniz göreceksiniz ki en zayıf yanımız dışımızdadır. Gözümüzü kör eden yedi renktir, kulağımızı sağır eden sesler, ağzımızı paslandıran yediklerimiz, kalbimizi önce coşturup sonra durduran sonsuz koşmalarımızdır. Yüksek insan dışına değil, içine kıymet verendir."