Tabii ki Spoiler içerir (!)
Millie hapisten yeni çıkmış, hayatını düzene sokmaya çalışan genç bir kadın. Ama neden hapisteydi? Çünkü sapığın birini paket etti! (Ve biz de kendisini alkışlıyoruz!) Hayata tutunmak için canla başla çalışıyor, ama Nina ve Andy’nin evine girince hayatın ona yine bir oyun oynadığını fark ediyor.
Başlarda lüks villanın hanımı Nina, klasik “zengin, şımarık, hizmetçisine kötü davranan kadın” gibi gözüküyor. Yani içimizden “Tam bir kötü patron vakası” diyoruz. Ama yazar, “Ah tatlı okur, sen öyle san!” diyerek bizi ters köşe yapıyor! Meğer Nina’nın gıcık hareketleri aslında bir planın parçasıymış! Kadın resmen “Yüzüne tükürsem şükret” moduna geçmiş gibi görünse de aslında olayların yönü çok başka.
Ve Andy… Ah Andy. İlk başta “zengin, kibar, yakışıklı, kadın ruhundan anlayan erkek” profiliyle çıkıyor karşımıza. Ama sonra ne oluyor? Psikopatlığı bir şelale gibi akmaya başlıyor! Meğer adamın psikopatlığı annesinden geliyormuş! Hani hep derler ya “Bunu annesi bile sevmemiştir” diye? Andy için o söz GERÇEK olmuş! Küçükken annesinden gördüğü korkunç muamele yüzünden böyle bir manyağa dönüşmüş.
Neyse… Son sayfayı çevirdiğimde kafamda tek bir soru vardı: “Nina, sen ne yaşadın be kızım?” Kitap boyunca gerilim hiç düşmüyor, ters köşeler bitmiyor, sinirlerim ise iyice geriliyor ve ben ikinci kitaba ışınlanıyorum :)