Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Aziz

Bazen öyle dakikalar oluyor ki tek başıma kalmaktan, tek başıma hüzünlenip tek başıma kesintisiz kederlenmekten mutlu oluyorum ve böyle hallerim gitgide sıklaşıyor artık. Hatıralarımın açıklanamayan bir yanı var, beni dizginsizce çekiyor, öyle güçlü çekiyor ki birkaç saat çevremdeki her şeye karşı duygusuz kalıp her şeyi, gerçek her şeyi unutuyorum. Ve bugün yaşadığım her şey, acı olsun, kederli olsun, tatlı olsun, her şey bana geçmişimdeki benzer bir şeyi, genellikle de çocukluğumda, çocukluğumun altın çağlarında olan bir şey hatırlatıyor. Ama bu tür anlardan sonra fenalaşıyorum. Biraz güçsüzleşiyorum, hayalperestliğim yıpratıyor beni, sağlığım da zaten gitgide kötüleşiyor.
Sayfa 135Kitabı okudu
Reklam
"Kuru yapraklara bastığımda çıkan sesi seviyorum. Çıtırtıyı. Çıtırtı mı demeli o sese, bilmiyorum. Bence o ses için ayrı, ona özel bir kelime bulmalı. Dal kırılmasına da çıtırtı diyoruz. Oysa yaprağın başına gelen, aynı şey değil. Eziliyor, parça parça oluyor ve tüm bunlar olurken kendince feryat ediyor aslında. Birçok feryat gibi, çığlık gibi bu da duyulmuyor. Hatta buna bir ad bile verilmiyor. Yalnız aramızda bir fark var. Bu yapraklar gün gördü, devran sürdü. Baharı, yazı yaşadı. Dalından düşünce de bir şekilde toprağa karıştı, belki orada da başka bir hayat yaşayacak. Biz ise daha daldayken kırıldık; ses bile çıkaramadık üstelik. Çıkarsak bile kimse duymadı. Duymuyor."
Günümüzde seyyahların hep acelesi var; telaş içinde, her ne pahasına olursa olsun diyerek geliyorlar, ama gelmek bir yolun sonuna varmak demek değil. İnsan her menzilde bir yere varır, her adımda gezegenimizin gizli kalmış bir yüzünü keşfedebilir, bunun için bakmak, istemek, inanmak, sevmek yeterli.
Sayfa 240Kitabı okudu

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Her gün biri çıkar, başlar, benim ben demeye, Altınları, gümüşleriyle övünmeye. Tam işleri dilediği düzene girer, Ecel çıkıverir pusudan: Benim ben, diye.
Dilin kalbin inanmadığı laflar etmesi ne kolay. Elbette aşkım, ben de seni, sonsuza kadar. Onlar da bir zamanlar gerçekti (daha geçen hafta gerçekti, daha dün gerçekti), ama insanın yüreği bir anda rüzgârların uğuldadığı bir vadi. Şimdi tam da o anda hissedilmiyor diye, kim cesaret edip de ‘Ben değil, en azından şimdi değil.’ diyebilir? Yarın geri gelebilir, ama bugün olmayışının itirafı, o itirafın yakımı dönüşle tamir edilebilir mi? (Edilemez.) Dün olan ve belki yarın dönecek olanın hatırına, insan bugün de ‘Evet,’ der, ‘hem de öylesine çok ki.’ Sevgi, zamanın kesintisiz bir bütün oluşuna duyulan saf inancın katılaşıp aramıza çökmesi değildir de nedir?
Sayfa 214Kitabı okudu
Reklam
Hiçbir defter hiçbir zaman kapanmıyor da, o defterin de kapanmayacağını anladım en azından. O da aynı kapıya çıkar herhalde.
Sayfa 210Kitabı okudu
Bunlar böyledir, sevgilerinin kendilerini zayıflaştırdığına inanırlar. Hiçbir şeyi çok sevip beğenmeyerek her eleştiriye kendilerini kapatırlar. Bir şeyi sevdiğini söylemeyegör, ilk refleksleri sana onu sevmenin neden yanlış ve kötü olduğunu açıklamak olur.
Sayfa 155Kitabı okudu
İyi insanlar da bize anlamsız, acımasız, vicdansızca gelen şeyler yapabilirlerdi. Bu onların kendilerince haklı nedenleri olmadığı anlamına gelmezdi. Bir an’dan, bir durumdan, bir davranıştan bir kural çıkarmak, herkesi yaptığı en kötü şeyle değerlendirip yargılamak yanlıştı muhakkak. Onları anlamaya gayret etmek, neden öyle yaptıklarını kendimize (kızmadan, kolaycı cevaplar peşinde haklı çıkma gayesiyle değil ama) en azından bir kere sormak hem onlara hem de kendimize karşı bir görevdi belki de.
Sayfa 137Kitabı okudu
Bir insan anlatmakla anlaşılmayacaktıysa nasıl anlaşılacaktı? Birisine, kendine dokunulmasına müsaade etmeden dokunmak olanaklı mıydı? Boşluğa bakınca boşluk da sana bakardı, dünyadan kaçınca dünya arkandan kovalamazdı.
Konuşacak kimsesi olmayanlar odalarında roman yazarlar. Yanlış hayat seçimleriyle -ya da belki doğru yaşanmamış hayatların hesabını kim tutabilir- dostlarından, ailelerinden, kendileri için yapılan planlardan, kariyerlerden, tüketim nesnelerinden, cuma akşamı çıkmalardan, başka tenlerden kopmuş insanlar cuma akşamları evde oturup yine de kendi yaşamadıkları hayatları, başkalarının yaşadıkları hayatları tasavvur edebilirler. İstediği, aradığı, özlediği insanlarla ancak kitaplarda tanışabilmiş birinin edebiyata sığınması şaşırtıcı değil elbette. Peki dünyayı değiştirmek isteyip değiştirememiş bir insanın oturup kimsenin okumayacağı bir kitabı yazması mantıklı mı? Ancak bir seyircisi olabildiği hayattan bir de böylesi bir dolaylamayla kendini uzaklaştırması onu cidden hasretini çektiği şeylere yakınlaştıracak mı ?
Reklam
Ne kadar az konuşsak, birbirimize sonradan yük olacak ne kadar az anı bıraksak o kadar iyiydi. İnsan sonradan taşımakta zorlanacağı, bir anıya dönüşecek sözleri belki de hiçbir zaman sarf etmemeliydi. Ben de öyle yaptım. İçimden başka, ağzımdan başka kelimeler çıktı.
Oluşup duran bütünün içinde benim payım... Arabistan’ın dost yıldızları altında uzanmış yatarken bunu düşünüyorum. Ben bu et ve kemik yığını, bu duyum ve idrak yumağı ben, varoluşunun yörüngesinde getirilip bırakılır belki de bu kolay incinir, bu görkemli canlı yumağın, benim de payım var... ‘Tehlike’ sadece bir yanılsama! akıp giden bir görüntü; bana hakim olamaz! beni alt edemez; çünkü benim başıma gelen, bir parçası olduğum o her şeyi kucaklayan akışın bir zerresinden başka bir şey değil. Tehlike ve emniyet, ölüm ve yaşama sevinci, ölüm ve kurtuluş umudu, kader ve onun gerçekleşmesi, bütün bunlar belki de bu kolay incinir, bu görkemli canlı yumağın benim değişik yanlarından başka bir şey değiller? Ey Allah‘ım; insana ne sınırsız bir özgürlük bahşetmişsin!...
Söyler misin kardeşim? Aklı başında insanlar gibi evimizde yan yatacağımıza neden hep böyle belalar sararız başımıza? Ayaklarımız kaskatı kesilince kadar evde oturup yaşlılığın gelip çatmasını beklemek, senin benim gibi insanlara göre değil de ondan, diyor Zeyd, gülümseyerek hem evlerine tıkılan insanlar da ölmüyor mu sanki? Nereye giderse gitsin, insan kaderini boynunda taşımıyor mu? Zeyd’in kader için kullandığı sözcük kısma idi yani insanın payına düşen şey. Sözcük Batı’da Türkçe versiyonuyla kısmet olarak bilinir daha çok. Ve kahvemi yudumlarken bu Arapça deyimin, ‘içinde insanın bir pay sahibi olduğu şey’ biçimindeki bir diğer anlamı geçiyor zihnimden. ..içinde insanın bir pay sahibi olduğu şey...
Ve sonra dudaklarımın kıpırdadığını, zihnimin derinliklerinden çıkıp gelen birtakım sessiz sözcükleri biçimlendirmeye çalıştığını çalıştığını hissediyorum: “Seni sınayacağız... şüphesiz sınayacağız...” ve bulanık sözcükler yavaş yavaş belirginleşip,bir biçim kazanıyorlar “Muhakkak ki sizi korkuyla, açlıkla ve sahip olunan mallardan, el ürünü şeylerden yoksun bırakarak sınayacağız. Fakat müjdeler o kimselere ki, sabredenler ve başlarına felaket çökdüğü zaman: ‘şüphesiz biz O’nunuz ve O’na döneceğiz’ derler.”
61 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.