“Uzaklardaki eylemlerin yankılarını herhangi bir rahatsızlıktan yoksun bir şekilde işitmek kolaydır. Zira böylesi eylemlere inançtan yoksun, küçümser ve aşağılar bir şekilde, mesafe koymak adına işimize nasıl geliyorsa öyle bakabiliriz.”
"Nasıl olur, onca kaygı, onca keder, onca çılgınlık, bunun için miydi?” dedirten bir şaşkınlıktı. İtiraf etmek gerekir ki, sevdiğimiz birine ıstırap çektirmiş, hayatını altüst etmiş, bazen de ölümüne sebep olmuş kişiyi görünce, bu tür bir tepki göstermek, Troyalı ihtiyarların tepkisinden çok daha yaygındır.
...Bunun sebebi, ne aşkın kişisel olması, ne de kendimiz âşık değilken, doğal olarak aşktan kaçınılabileceğini düşünmemiz ve başkalarının çılgınlığı üzerine felsefe yapmamızdır. Hayır, sebebi şudur: Aşk, bunca ıstıraba yol açtığı bir noktaya geldiğinde, kadının çehresiyle âşığın gözleri arasında duran duyulardan oluşan yapı –bir çeşmeyi gizleyen kar tabakası gibi kadının çehresini saran ve gizleyen devâsâ acı kozası– o kadar yükselmiştir ki, âşığın bakışlarının ulaştığı, haz ve acıyla karşılaştığı noktayla, başkalarının gördüğü nokta arasındaki mesafe, gerçek güneşle, bizim gökyüzünde, yoğunlaşan ışığı yüzünden onu gördüğümüz yer arasındaki mesafe kadar büyüktür
Bir karadeliğin uzağından geçerseniz belki rotanız ona doğru sapar ama içine düşmeyebilirsiniz. Ama ona çok yakınsanız sarmal bir rota izleyerek içine düşebilirsiniz. Böyle iki sonucu birbirinden ayıran kritik mesafe, olay ufkudur. Olay ufkunun içindeki her şey, ışık bile karadeliğe düşmeye mahkûmdur. Bize olan da bu. Hepimiz fizik kurallarına tabiyiz.
Sonuç olarak, eğer irademizi sıkça kaybediyorsak bile asla pes etmemeliyiz. Hızlı bir akıntıya rastlayanbir yüzücü gibi biraz ilerlememiz yeterli olacaktır ya da umutsuzluğa düşmemek için tamamen akıntıya teslim olmaktansa hiç değilse az, fakat öz bir mesafe kat etmek elimizden gelebilir. Her şey zamanla hallolacaktır. Alışkanlıkları oluşturan ve onlara doğal eğilimlerin güç ve enerjisini veren odur. Asla umutsuzluğa kapılmayanların gücü ne muhteşemdir.