Osmanlı geçmişinden Türk Ocakları'na, Meclis konuşmalarından program açıklamalarına, Kemalist tarih tezinden entelektüellerin yapıtlarına, ortada erken Cumhuriyet döneminde milliyetçiliğin din ikamesi kılınmak arzusunu gösteren büyük bir malzeme yığını durmaktadır. Bu malzemeden 1920'ler boyunca bir sivil din oluşturulmuş, telifçi tezlerin de varlığına müsaade edildiği bu zaman zarfında devlet, sivil dinin oluşumunu etkin bir biçimde desteklemiştir. 1930'lar boyunca ise, dinin kategorik dışlanması, sivil toplumun devlette eritilmesi ve nihayet parti ile devletin bütünleşmeleri vuku bulmuş, rejim otoriterlikten totaliterliğe doğru evrildikçe sivil din de siyasal dine dönüşmeye başlamıştır. Böylece İslâm'ın bıraktığı boşluk, bilim ve medeniyet ile de uyum içerisinde kutsallaşan bir Türklük ile doldurulmak istenmiştir.
Peki bu seküler dinin önderi, tüm bu projeye gerçekten de inanmakta mıdır? Daha önce bahsi geçtiği gibi Kemalist elitin önemli simalarının bu anlatının tümüne inanmaktan ziyade onun kullanışlılığına odaklandığı savlanabilirse de Atatürk'ün bunlara gerçekte inanmadığına dair elimizde herhangi bir veri bulunmuyor.
Zaten eğer öyle olmasaydı, bilimsellik görüntüsüne ve Batılıların yargılarına karşı son derece hassas olan Atatürk'ün, bu iki sahada da kendisinin epey başını ağrıtması muhtemel şeylerle, mesela Kayıp Mu Kıtası ile böylesine alakadar olmasını açıklamak mümkün olmazdı.