"Türkler öyle içten İslamcı sayılmazlar pek. Bakın tüm Divan Edebiyatı'nda, üstün değerde bir "münacaat" ya da "naat" yoktur. Aşkı, şarabı, eğlenceyi işleyen gazellerin, şarkıların en güzelleri yazılmıştır" dermiş Yahya Kemal...
Vakti vardıysa aşkın, onu beklemeliydi
genç olmak yetmiyordu fayrap sevişmek için
halbuki aşk, başka ne olsundu hayatın mazereti
demedim dilimin ucuna gelen her ne ise
vay ki gençtim
ölümle paslanmış buldum sesimi.
Resülullah Efendimiz Miraç
gecesi Cenab-ı Hakk'a ettiği münacaat sırasında: 'Ya Rabbi, senden beni doğuran Amine'yi, emziren Halime'yi, kızım Fatıma'yıistemiyorum, ancak ve ancak ümmetimin affını ve mağfiret edilmesini niyaz ediyorum.' demiş. Cenab-ı Hakk da; 'Sen bir şereflinebîsin, ben de lutuf sahibi bir Rabb'im; ümmetin ise zayıf bir halk. Bir zayıf halk, şerefli bir nebî ile lutuf sahibi Rabb arasında nasıl olur da zayi olur? Sen 'Ümmetim.' dersin ben de, 'Rahmetim' derim; müjdesini vermiştir.
Gençtim ya, ne farkeder deyip geçerdim
nehrin uğultusu da olur, dalların hışırtısı da
gözyaşı, çiğ tanesi, gizli dert veya verem
ne fark eder demişim
bilmeden farkı istemişim.
Ebu Süleyman Dârânî doyasıya yemekten doğan altı âfete işaretle şöyle demiştir: "Doyasıya yiyen kimseye altı âfet musallat olur:
1.Münâcaat zevkini kaybeder.
2.Hikmeti koruması zorlaşır.
3.Halka karşı şefkati azalır; çünkü karnı tok olduğu zaman bütün halkın da kendisi gibi tok olduğunu zanneder.
4.İbâdet kendisine ağır gelir.
5.Şehvetleri artar.
6.Diğer mü`minler mescidlerin etrafında dönerlerken, o tok olduğundan mezbeleliklerin etrafında dönüp durur".