Az sonra, o kasvetli günün ve iç karartıcı bir yarının beklentisiyle bunalmış bir halde, yaptığım şeye dikkat etmeden, yumuşasın diye içine bir parça madlen attığım çaydan bir kaşık alıp ağzıma götürdüm. Ama içinde kek kırıntıları bulunan çay damağıma değdiği anda irkilerek, içimde olup biten olağanüstü şeye dikkat kesildim. Sebebi hakkında en
Selamlar, Haziran ayına bomba gibi giriş yaptık derken sizleri yeni bir polisiye kurgu ile tanıştırayım hemen..
Yeşil Nehir Bölgesinde bir kasaba ve kendi halinde yaşayan insanları seri cinayetler ile sarsılmaya başlar. İlkin tek başına yaşayan bir hayat kadını olduğu için belki çok üstünde durmamışlardı ama sonra 14 yaşında bir erkek çocuğu söz konusu olduğunda artık huzurları da kaçmıştı.
Kasabanın şefi Ahlas, yardımcısı Selim konunun üstüne giderler..
Ama cinayetler o kadar korkunç bir şekilde işlenmiştir ki insan o satırları okurken ölümünde hayırlısı demekten kendini alamaz.. Maktuller gözleri dağlanmış, kalpleri neredeyse canlı ilen sökülüp alınmışçasına tüm vücutlarına derin yanıklarla nerdeyse tanınamaz haldedir.
‘’Benim adım Wendigo.. Mutluluk yiyici!’’
Peki neydi bu kadar vahşice bir duyguda işlenen cinayetlerin sebebi ya da bağlantıları?
Henüz çözülemeyen olaylar duracak mıydı dersiniz?
Tüm bu kaosun ortasında sadece kendi siyasi konumunu korumak isteyen baştaki yöneticilerin baskısı da cabası!
Ahlas, belki de görev hayatının en zorlu vakalarıyla karşılaşıyordu....
Baştan sona okuduğum kitabın en kritik yerinde özellikle katilin ağzından okuduğumuz yerlerdeki itiraflar beni şok etti. Tamam suçlu psikolojisi muhabbetine girmiyorum ama bazı şeyleri de gizli tutmalıydı ya da en azından serinin devamı için henüz en yakınındaki ismi açıklamamasını istedim. Sanırım kitaba tek eleştirim olacak bu nokta!
Onun dışında karakterleri, akıcılığı, geriliminin şiddeti, kurgudaki verilmek istenen mesajların yeterliliği ile çok beğendim. İlgilisine tavsiyem..Umarım ikincisi için çok beklemeyiz
Kadın yine herzamanki gibi bir fincan acı kahvesini alıp geçti verandasına. Havanın oldukça sıcak olduğu bir yaz günüydü. Takvim yaprağından günü koparıp aldı. Günü geceye teslim eden bir edayla dudak kıvrımlarından bir tebessüm uyandı.
Uyandı ve dedi ki,
"Bugünde mutlu olmadık şükür".
Dilindeki şükür isyan değildi. Öyle alışmıştı ki artık hayatın acımasız oyunlarına bazen nerde ebeleneceğini dahi kestiremiyordu.
Bir yudum daha aldı acı kahvesinden ve şöyle kolaçan etti gökyüzünü yıldızlar ona gözünün görebileceği kadar yakın ama tutamayacağı kadar uzaktı. İçinden bir an keşke dedi. "Keşke yıldızlara merdiven dayayabilseydim." Bu abuk sabuk isteği bile bir an onu mutlu etmek için kafiydi.
Sahi neydi mutluluk?
Hayalini kurduğumuz abuk sabuk düşlerimizin olmayacağına inandığımız his miydi?
Yoksa yaşarken var olduğuna inandığımız ama hiç var olmamış gibi bizi yüzleşmeye mecbur bırakan gerçekler mi?
.
.
.
Evet haklısın "kalbim" bugün de yoruldun...
Evet haklısın "aklım" bugünde kayboldun...
S. Y
Mutluluk neydi? Sahii..
Hepimizin cevabı farklı olacak biliyorum da, yınede sormk istedim..
"Sevgi bir tomurcuk değil, toprağın derinliklerinde bir köktür...
"Mutluluğumuz için mücadele etmeyi unuttuk mu hepimiz? Yoksa mutluluğun ne olduğundan artık o kadar emin değil miyiz?"
"Günlük tarzında yazılmış Johanna'nın