Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur
IRKÇILIK-TURANCILIK DAVASI DOLAYISIYLA Bu kitap, 1944 yılında, İstanbul'da Bir Numaralı Sıkıyönetim Mahkemesi'nde görülen utanç yüklü bir davanın özeti gibidir. Bazı vatansever kişiler, 1944 yılında suç işledikleri, suçlu oldukları için değil; Türk oldukları, Türkçülük idealine aşkla bağlandıkları için büyük zulümlerden, işkencelerden
RIZA NUR'UN GÖNÜLLÜ SÜRGÜNDEN TÜRKİYE'YE DÖNMESİ Mustafa Kemal'in ölümünden sonra 30.11. 1938'de deniz yolu ile Türkiye'ye döndüğünde rıhtımda Atsız ve eşi Bedriye Hanım karşılamış, yakın dostu ve meslektaşı Prof. Dr. Mazhar Osman Uzman’ın tahsis ettiği, Taksim'de Şehid Muhtar Caddesi'ndeki apartmanlardan
Reklam
NECİP FAZIL OKURLARI: Estetik beğeni düzeyi; uyakla redifle sınırlı, Türk şiirinin gelişim evrelerinden uzak okurlar. Necip Fazıl'dan başka şair tanımayan, şiirin onunla bittiğini düşünen, okudukları, dinledikleri birkaç metinle şairi 'kutsayan' hayranlar. 'Okur'dan çok 'taraftar' kimliği taşıyanlar. Şiiri, bir
HEP MERDİVENİN İLK BASAMAĞINDA BEKLETİLMİŞ ADAM VECİHİ TİMUROĞLU (...) Ona milletvekilliği vaadedilmiş, ama merdivenin ilk basamağında bekletilmiştir. Cevdet Kerim İncedayı, onun CHP İçindeki yandaşıdır. Ona yardımlar sağlar, Recep Peker'le tanıştırır. Recep Peker, ona güdümlü yazılar yazmasını âdeta telkin eder. Anlattığına göre, ödün
...Bu dikkat sadece Necip Fazıl'da tezahür etmemiştir. Yahyâ Kemâl de 'Mâverâda Söyleniş' adlı şiirinde Sakarya'nın uzak geçmişine, Türklerin Orta Asya'dan gelip Batı'ya açılan bir fetih istasyonu kimliğine bürünüşünü görürüz.
...Hatırlatmak istediğim bir husus var: Bu kitapta, o dava dolayısıyla yapılan sorguların ve savunmaların hepsi yok. Niçin yok? Çünkü bana verilen dosyada yalnız bu sorgular ve savunmalar vardı. Okuyacağınız savunmaları, bana, Nejdet Sancar'ın eşi Reşide Sançar verdi. Sançarlar, önce Ankara'da oturuyorlardı. Sonra İstanbul'a,
Reklam
Üstad Necip Fazıl, Sakarya Türküsü'nü kütüphanesi yağmalanan, lisanı tahrif edilen, dâvâsı "irtica"dan müebbed hükmü yiyen bir milletin ayağa kalkıp mukaddesatı adına gasp edilen her neyi varsa, topyekün hepsini, dâvâ etmesinin muhal görüldüğü bir zamanda(1949) yazdı. Trenle Ankara'dan İstanbul'a dönerken yol boyu, Anadolu'nun bağrından doğan, önüne çıkan dağları kıvrıla kıvrıla aşıp Karadeniz'e ulaşan Sakarya Nehri'ne bakar ve onun akışında, Anadolu Gençliği'nin mücâdelesini görür, özlemini çektiği, yetişmesi uğruna zindanlarda çürüyeceği muazzez neslin zuhurunu bütün berraklığıyla sanki Sakarya'da görür. Bu cihetle Sakarya, akışıyla, kıvrım kıvrım oluşuyla mukaddes yüke hamal Müslüman Gençliğin mücadelesinin suda tezahürüdür. Sakarya Türküsü, kandillerine katran dökülen bir milletin yarınlarını kuracak dâvâ erlerini ve onların bütün bir insanlığı kurtaracak dâvâsını anlatır. Sakarya, öz ülkesine ruh, Âlem-i İslam'a umut veren, mücâdeleyi ferd planından Ümmet planına taşıyan kahramanların destanıdır. Müslümanların son karargâhının İstanbul/Anadolu olması cihetiyle bu destan, Anadolu'nun bağrından çıkan Sakarya çevresinde örgüleşir. Sakarya, her ne kadar muşahhas planda Anadolu'ya aitmiş gibi görünse de, esasta Cebel-i Târık'tan Cava Adalarına kadar, topyekün Âlem-i İslâm'ın destanıdır. İnsan bu, su misali, kıvrım kıvrım akar ya... Bir yanda akan benim, öbür yanda Sakarya.