"Kişinin kendini sevmesinin kibirlik ve bencillik olduğu iddiası insanları kontrol etmeyi sürdürme amaçlı akıllıca bir tezgâhtır;kendini seven insan başkaları tarafından denetlenmeyi, hükmedilmeyi ya da istismar edilmeyi hoşgörüyle karşılamaz."
Batı Çetesinin Derdi Nedir? Türkiye Cumhuriyeti'ni kaybetmek istemiyor. En önemlisi Türkiye Cumhuriyeti'nin yarım kalan Atatürk devrimlerinin tamamlanması adına bir yönetime geçmesine hiç tahammül edecek hali yok. Şu anda ki yumuşak karın bol taviz veren mecburiyet ya da aynı yolun yolcusu diğer cenahtan birileri bunun için
Reklam
Köktendincilik Batı Düşmanlarına Özgü Değildir
1. İlk kez 1997 yılı başlarında İtalyanca yayınlanan bu metin, “köktendincilik” kavramının sadece ve her daim Batı düşmanları ve özellikle de İslam kastedilerek, dogmatik ve banal bir politik içerikle kullanılmaması gerekliliğini vurguluyor. Metnin yayınlanmasından iki yıl sonra Yugoslavya savaşı patlak verdi. Bu savaşın nasıl
Sayfa 81-85
Kendini Feda Edecek Bir Cumhuriyet Halk Partisi Anlayışına İhtiyaç Var Bu ne demektir? Cumhuriyet Halk Partisi çıkıp Mustafa Kemal Atatürk'ün yarım kalan devrimlerini tamamlamak için öncelikle içinde ki kendinden olmayanlardan kurtulması gerekir. İkincisi yarım kalan devrimin tamamlamasını en çok istemesi gereken parti kendisi olması
Varlık ve hakikati olduğu kadar, aklı da mertebeli kabul eden klasik dünya görüşünün aksine, modern dünya görüşü için ne varlık, ne hakikat ne de bir bilinç ve zekâya indirgenmiş insan aklında düzey veya mertebelerden bahsetmek mümkün değildir. Bununla paralel olarak bütünüyle seküler parametreler ekseninde serpilip gelişen modern eğitim anlayışı bakımından yapılması gereken şey, “varlığın anlam ve hakikati nedir?” gibi büyük sorular sormak yerine, bütünüyle doğal yasa veya nedenlere bağlı bir mekanizma olarak işleyen bir dünyada, bilimsel ve rasyonel gözlem ufkunda beliren gerçeklik üzerinde hâkimiyet kurmaktan başka bir şey olmayacaktır.
Sayfa 232Kitabı okudu
Şöyle tasavvur et ki, kâinat bir denizdir, biz insanlar ise meçhul bir semte doğru yol almış giden "hayat gemisi"nin yolcularıyız. Dalgaların çırpıntısı ile sallanan geminin içinde biz de sallanmaktayız. Bununla beraber kimimiz kazan ağzında ocaklara kömür atıyor, kimimiz güvertede elleri arkasında gezinip bakınıyor, kimimiz de kaptan köprüsünde önünde pusula, dümen tutuyor... Ne demek istediğimi tabıî anlıyorsun. Hepimiz, etrafımızdaki herşeyle beraber, gemimizin sallantısına uyarak eğilip ırgalanıyoruz. Fakat, aynı zamanda ayrıca kendimize mahsus hareketler de yapıyoruz. Ve hissediyoruz ki, eğilip ırgalanma şeklindeki birinci nevi hareketler "bizim" değildir. Bunlar tabiat faktörlerinin eseridir. İkinciler ise, "bizim"dir. Bunların yapıcısı ve sahibi bizizdir. Gerçi iyi düşünürsek, berikiler de, birinci nevi hareketler gibi, "yaratıcı kudret"in var edici görünmez eliyle vukua gelmektedir (olmaktadır). O sonsuz denizi çalkalayıp gemimizi sallayan kudretle, güvertede bizi gezdirip etrafa bakındıran, kâh güldürüp, kâh ağlatan, hülâsa bizi var edip hayat sahnesine gönderen kudret -adına ister Tanrı de, ister Dieu(fr. Allah)- hep aynı bir kudrettir. Şu fark ile ki, bu ezelî ve nâmütenâhî (sonsuz) kudret, "bizim" dediğimiz hareketlerde doğrudan doğruya değil de, bizim benliğimiz vasıtasıyla müessir (etki eden) olmakta; eserle müessir (eser sahibi) arasına, sanki üçüncü bir varlık olarak, "biz" girmekteyiz. O ebedi ve aynı olan kudret bizi hareketlerimizde ve yaptığımız işlerde serbest bırakmaktadır. O kudret nedir? Onu sorma.
Reklam
1.000 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.