Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
4- MESİH YAŞAMDIR
Rab yol ve gerçek olduğunu söyledi. Ardından yaşam olduğunu söyledi. Mesih'in yol ve gerçek olmasının ne demek olduğundan kısaca söz ettik. Şimdi Mesih'in yaşamımız olmasıyla ilgili konuşmamız gerek. Yaşam olan yerde kendiliğinden işler de olacaktır. Ancak işler yaşamın yerini alamaz. İşlerin yaşam olmadığı konusunda son derece net
Sayfa 13 - Akarsu YayınlarıKitabı okudu
1-MESİH YOL, GERÇEK VE YAŞAMDIR
Rab İsa "Yol, Gerçek ve Yaşam Ben'im" dedi. Bu bir şeyi çok açık bir şekilde göstermektedir. Tanrı'nın bize verdiği yol nedir? Mesih'tir. Tanrı'nın bize verdiği gerçek nedir? Mesih'tir. Tanrı'nın bize verdiği yaşam nedir? Mesih'tir. Mesih bizim yolumuzdur, Mesih bizim gerçeğimizdir, Mesih bizim yaşamımızdır. Mesih aracılığıyla Baba'ya gideriz. Tanrı'nın gözünde Tanrı'yla ilgili her şey Mesih'tir. Bu nedenle Rabbimiz "Yol, Gerçek ve Yaşam Ben'im. Benim aracılığım olmadan Baba'ya kimse gelemez" (Yuhanna 14:6) demiştir. Tanrı'nın bize verdiği yalnızca Mesih'tir; bize Mesih'in dışında birçok unsur vermemiştir. Çoğu zaman ruhsal meselelerde sadece unsurları görürüz ve dokunduklarımız sadece unsurlardır. Bu unsurlar bizim için şartlardan ve yazından ibarettir; ruhsal bir önemleri yoktur. Tanrı Oğlu'nu tanıyabilmemiz için Rab gözlerimizi açsın. Hristiyanlığın belirleyici özelliği, Hristiyanlığın kökeni, tüm derinliği ve zenginliği Tanrı Oğlu'nu tanımak üzerinedir. Bu ne kadar çok yöntem bildiğimizle ya da ne kadar çok öğretiye sahip olduğumuzla ilgili bir mesele değildir. Tanrı Oğlu'nu ne kadar tanıdığımızla ilgili bir meseledir. Eğer Tanrı Oğlu'nu tanıyorsak yol, gerçek ve yaşama sahibiz demektir. Gücümüz Tanrı Oğlu'nu tanımamızdan ileri gelir. Tanrı bize Oğlu'nu vermiştir ama O'ndan ayrı fazla bir şey vermemiştir. Meselenin püf noktası Tanrı Oğlu'nu tanımamızdır.
Sayfa 7 - Akarsu YayınlarıKitabı okudu
Reklam
Tevhid nedir, ne değildir?
Allah kavramı peygamberlik geleneği ile toplumsal bunalıma, travmaya, ümitsizliğe karşı bir umuttur. Birey motivasyonunu sağladığı gibi toplumları da yeryüzünde önderler yapabilmiştir. Diğer taraftan Allah kavramı çatıştırmacı bir kavramdır. Max Weber'in de işaret ettiği gibi karizmatik önderler (Peygamberler) büyük bir ümitle toplumları yeni bir devrim'e kanalize edebilirler. Yine Allah demek (La ilahe illallah) ezilenlerin sesi, mülkiyet ve iktidarın kuşatmasına karşı duruş, adaletin, barışın ve kurtuluşun çağrısıydı. İşte bütün bu değerlerin pratize haline Tevhid diyoruz.
Sayfa 15
“Gazali Bağdat’taki eğitimini tamamladıktan sonra bir kervanla Tus şehrine dönüyor. Ama yolda kervanı haramiler soyuyor ve herkesin altınını, gümüşünü alıyorlar. Gazali’nin de bir tek torbası var. Torba da gidiyor. Herkes kaderine razı olmuşken Gazali haramileri aramaya başlıyor. Aylarca aradıktan sonra haramilerin saklandığı mağarayı buluyor ve torbasını geri istiyor. Nöbetçiler bu deli çocuğu öldürmeye hazırlanırken Haramibaşı gürültüleri duyuyor ve neler olduğunu soruyor. Bir deli oğlanın geldiğini ve torbam da torbam diye tutturduğunu söylüyorlar. Haramibaşı ‘Gönderin şu çocuğu bana’ diyor. Sonra ona ‘Evladım, herkesin servetini aldık, ses çıkaran olmadı. Senin torbanda bunlardan daha kıymetli ne olabilir ki canını tehlikeye atıp buralara geldin?’ diye soruyor. Gazali ‘Benim yüküm onlardan daha değerli’ diyor. ‘Çünkü içinde Bağdat’taki hocamın ders notları vardı.’ Haramibaşı adamlarına ‘Verin şu çocuğun torbasını’ diye emrediyor. ‘Karnını doyurup yola çıkarın.’ Sonra da Gazali’ye dönüyor. ‘Ders notlarını iade ediyorum delikanlı,’ diyor, ‘ama âlim olmak istiyorsan bir şeyi hiç unutma.’ Gazali ‘Nedir o?’ diye soruyor. Haramibaşı diyor ki: ‘Senden çalınabilen bilgi, senin bilgin değildir.’ ”
PDF
İç Savaş Nedir, Ne Değildir?
Vietnam mukavemeti hiç bir zaman bir "iç savaş" olarak görülmemiştir. Yine, birtakım Vietnamlıların işgalci kuvvetlerle kader birliği etmelerine rağmen, Japon işgaline karşı girişilen mücadeleye de iç savaş denilemez. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Fransızlara karşı yeniden başlayan mukavemet hareketi de bir iç savaş değildi. Amerika, silahlandırmış ve beslemiş olduğu Fransızlardan iktidan kendi devraldığı zaman da, savaşın niteliği değişmiş olmadı. Bir işgalci kuvvetin gidip yerine başka bir işgalci kuvvetin gelmesiyle savaş, herhalde iç savaş niteliğine bürünecek değildi. Tarih bize yabancı bir işgal kuvvetinin bir ülkede kendine her zaman halk arasından birtakım yardakçılar bulabildiğini göstermektedir.
Sayfa 111 - Sander Kitabevi
“‘Tanrı'nın önünde haklıyım’ diyorsun. Doğru buluyor musun bunu? Ama hâlâ, ‘Günah işlemezsem Yararım ne, kazancım ne?’ diye soruyorsun. “Ben yanıtlayayım seni Ve arkadaşlarını. Göklere bak da gör, Üzerinde yükselen bulutlara göz gezdir. Günah işlersen, Tanrı'ya ne zararı olur? İsyanların çoksa ne olur O'na? Doğruysan, O'na
Sayfa 682 - Yeni Yaşam YayınlarıKitabı okudu
Reklam
Fehame'den Mehame'ye mektubundan "Evlenirken eş seçme hakkı verilmediği için bir kadın kocasının kabahati yüzünden mahçup olamaz. Ancak takdire layık bir eşin kıymetini bilmemek ne kadar alçaklıksa, rezalet ve sefahata dalmış, alemin alay etmesine, gülmesine neden olacak hareketlerde bulunan değersiz, itibarsız kimseleri sevmek de kendi gönlünü rezil etmekten başka nedir? Bence hürmete layık olan sevilmeye de layıktır. İnsanı hürmete layık kılacak şeylerse rezillikler ve hatalar değildir."
Maziye lânethan olmakla beraber bugün dahi mensup olduğum münevver zümrenin ne kadar cansız, vazifesine bigâne, beşeri endişelere yabancı olduğunu ilk kere layıkıyla takdir ettim. Kendi kendime söylendim: "Biz neyiz, dünyada mevkimiz nedir? Değil beşeriyetin hatta kendi memleketimizin istifade edebileceği bir tek icat, bir tek keşif, bir tek fikrî ve ilmî eser vücuda getirdik mi? Eyvah, etrafımızı alan bu muhteşem ilmî, fennî, bediî ve sınaî eserlerden bir teki bizim değildir. Hep, hep başkalarınındır! Biz âdeta beşeriyetin arkasına binmiş, onun sayesinde yaşayan bir tufeyliyiz."
Doğruyu sevmek ve hakikate tahammül etmek, hür insanlar için mühim esaslardır. Hakikatte bu iki sual birdir. Doğruyu seven, hakikate de tahammül eder. Fakat doğruyu sevmek ve hakikate tahammül etmek, göründüğü kadar kolay değildir. Vakıa insanlar umumiyetle doğruyu sevdiklerini ve hakikate hürmet ettiklerini söylerler. Fakat hakikatte birçokları bunlardan hoşlanmazlar. Fakat hür yaşamaya azmetmiş olan insanlar arasında doğruyu sevmek ve doğruya tahammül etmek düstur olmalıdır ve vatandaşlar bu düstura behemehâl alışmalıdırlar. Yoksa hürriyet olamaz. Hürriyet nedir? Serbest düşünmek ve düşündüğünü serbest ve samimi söylemek değil midir? Yani iyi diye tanıdığımız şeye iyi, kötü diye tanıdığımız şeye de kötü demek! Hür insanlar bu hürriyete tahammül etmelidirler. Vakıa iyi ve kötü mefhumları ferdî anlayışlara bağlıdır. Ferdi anlayış ise ya doğru olur ya yanlış. Fakat doğru olsun yanlış olsun tahammül lazımdır. Zira tahammül olmazsa, tekrar ediyorum, hürriyetin ta kendisi kalkar. Yalnız şu kadar vardır ki verilen hüküm doğru sanılmadığı takdirde onu ret ve tashih etmek de diğer vatandaşların bir hakkı olmalıdır. Bu da hürriyetin ikinci ve esas şartıdır. Serbest Belde insanları arasında ne doğruluk ve ne de yanlışlık kimsenin inhisarı altında olamaz. Yanılmak ve yanılmamak seyyanen herkesin hakkıdır. Yanılmamaklık imtiyazı mahdut bir zümreye hasrolunan bir cemaatte hürriyet olamaz.
Bankacılık Sektörü Yasayla Korunan Bir Saadet Zinciridir Yetki para basma ve parayı satma yetkisi olanlara geçti. Toplum ise parayı yönetenlere hizmet edenleri seçmeyi yetki vermek sanıyor. Yasayla bankalara hangi yetkiyi verdiler? Çok basit anlatmak istiyorum herkesin anlayabilmesi için. Bankacılık karşılıksız para basarak gerçek
İkinci Adam YayınlarıKitabı okudu
Geri199
1.000 öğeden 991 ile 1.000 arasındakiler gösteriliyor.