Tûtî-i mu'cize-gûyem ne desem lâf değil
Çerh ile söyleşemem âyînesi sâf değil
Ehl-i dildir diyemem sînesi sâf olmayana
Ehl-i dil birbirini bilmemek insâf değil
Nef'i
Mucizeler söyleyen papağanım. Söyleyeceklerim laftan ibaret değil.
Felekle söyleşemem çünkü içi dışı bir değil
Gönül ehlidir diyemem kalbi temiz olmayana.
Gönül ehillerinin birbirlerini tanımamaları insafa sığmaz.
Eski şiiri beşerî olmamakla ittiham ederler. Şüphesiz ki, bu ittiham çok defa haklıdır. Fakat onun vakit vakit eriştiği güzellik kuvvetiyle beşerîleştiğini unutmamak lâzım.
Niçin olmasın? Ferdî ihtiraslarımızı, ıztıraplarımızı anlatmak kadar, saf ve mücerredi aramak da insan ruhunun bir ihtiyacı değil mi?
Nef'î: 'Hem kadeh, hem bâde, hem bir şüh sâkîdir gönül' diyor.
Eski şiirin asıl ideali, Nef'î'nin gönlü gibi kendi kendine yeten bir güzellikti.
"Bela budur ki alıştı belalarınla gönül
Gamın da gelse dile bâis-i meserret olur" Nef'î
"Benim için asıl bela, gönlümün senin belalarına alışmış olmasıdır. Öyle ki artık gönlüme senden bir gam da gelse, benim için sevinç sebebi oluyor."
''Değer mi? Yazık değil miki sizin ilk aşkınız Fikret'in Nef'i için dediği gibi böyle 'çorak yere akıp gitsin!' O sizi asla anlayamaz; asla! Siz sevgiyi destanlarda, çoban muaşakası masallarında, Romeo ve Juliette'te olduğu gibi anlıyorsunuz. O ise, İngilizlerin flört dediği muaşaka tarzından başkasını bilmiyor. Flört muaşeret adabı icabatından bir şeydir, halbuki aşk, sizin ve benim bildiğim aşk öyle mi? Bu bir vahşi kuştur ki, bir salonda, bir eğlence ve bir süs gibi dizden dize, omuzdan omuza dolaşması şöyle dursun, gagasının dokunduğu yerde kanamadık et, parçalanmadık kumaş; kanadının havasında devrilmedik eşya, kırılmadık saksı kalmaz. O kadar vahşi, serkeş ve haşindir.''
"Bela budur ki alıştı belalarınla gönül
Gamın da gelse dile bâis-i meserret olur"
Nef'î
"Benim için asıl bela, gönlümün senin belalarına alışmış olmasıdır. Öyle ki artık gönlüme senden bir gam da gelse, benim için sevinç sebebi oluyor."