Bulgaristan göçmeni Ali ile Münire'nin aşk yolculuğuyla başlayan kitap, oğullarının bilinmeyen bir kasabanın bir otel odasında yaşamını anlattığı eserin başında sona eriyor. Küçük küçük olayların bir araya getirilmesiyle oluşturulan olay örgüsüyle, bazen geçmişe gidip gelerek, farklı noktalara dokunarak okuyucunun dikkatini canlı tutmuştur.
Yazarın dilinin sade, açık olması kitabı daha anlaşılır kılmıştır.
Ali'nin haksızlıklar karşısında dik durması ve bu dik duruşu nedeniyle hiçbir yerde barınamaması beni etkileyen kısım oldu. Hani derler ya "Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar." diye. Ali'yi de kovdular cesareti ve doğruluğu yüzünden. Ama gene de bildiği yoldan sapmadı. Kimseye eyvallah demedi. Yanlışa yanlış dediği için çok fazla kasaba görmek zorunda kaldı. Acı çekti, dert gördü, çeşitli zahmetlere katlandı, ama gene de umudunu yitirmedi. Ölen eşinin fotoğrafında umut ve neşe buluyor ölüm acısına karşı. Çıktığı yolda aş, yuva derdine düşmeden umudunu sırtlanarak yürüyor. Yarının derdi yok, sadece bugünün anlamı var. Her şeye inat Ali hayata umutla ve solmayan gülümsemesiyle yaklaşmaya devam etti. Biz ise en ufak bir sıkıntı karşısında yüzümüzdeki güllerin solduğunun farkında mıyız acaba? Hayata daha sıkı ve cesurca tutunmalıyız. Hiçbir rüzgarın bizi kolay kolay devirmesine izin vermemeliyiz, tıpkı Ali'yi deviremediği gibi.
Kurulu bir düzeni olmamasına rağmen birbirine bağlı bir ailenin hikayesini sundu bize Mustafa Kutlu. Güzel bir kitaptı. Okumak isteyenlere şimdiden iyi okumalar...