''Atatürk, bilmek için öğrenmiş olmaya ihtiyacı olmayan'' dâhiler soyundandı. Bildiğini bilen, bilmediğini de şıp diye sezen bambaşka bir insandı. Milletinin bunca talihsizlikleri içindeki tek büyük talihi de iste yüzyılda bir yetişen böyle bir dâhinin nasılsa aramızdan çıkıverişi ve bizi hep bilime, hep gerçeğe, hep uygarlığa yönelik bir pusulayla bataktan kurtarması, sonra da ayak uydurmakta güçlük çektiğimiz bir devrimler serisi ile birdenbire ''muasır medeniyet''in yakınına getirir gibi olması idi.
Dünyada gelmiş geçmiş devlet adamlarının en yakışıklı ve en ''charisma''lılarından biri olan Atatürk, ayrıca çok da fotojenikti. Fotoğrafçılar her vesile ile onun fotoğrafını çekmeye doyamazdı.
Biz Atatürk kuşağının eli kalem tutanlarına şu ara düşen ödev, unutulmuş yahut yeteri kadar vurgulanmamış olan bazı ana özgürlükleri hatırlatmaktan ibarettir.
Hepsi bu kadar.
Türkiye bir gün, işini, sorumluluğunu seven, çalışkanlığı uyuşuk aylaklığa tercih edenlerle kurtulacaktır. Ödevini benimsemeden, sevmeden ne kişinin, ne de toplumun yaşamı yaşama benzer.
Şimdi bütün bu zengin dağarın verdiği kıyaslama olanaklarına dayanarak ve çoğu kuşaktaşlarımın da görüşümü paylaşaçaklarından emin olarak iddia edebilirim ki, bizlerin, yaşadığımız en mutlu dönem Atatürk'ün liderliğinde geçirdiğimiz on beş yıldır.