Zamansız biraz büyülü bir kitap, günlük hayatın koşuşturması bitip elime aldığımda yumuşak bir bulutun üzerinde seyahat ediyormuşum gibi okudum.
Ne anlattı bana Zamansız, öncelikle güldürdü, aşkını hep bir dram olarak yaşayan biz fanilere aşkın aslında çok katmanlı müthiş bir sunumunu yaptı, aşkın insanı hem daha zeki hem daha mutlu ve komik yaptığına inanıyordum, okurken o ayakları yerden kesen duygu sarıyor insanı, hüznün içinde kımıl kımıl bir hareket, durmayan bir iç ses, keyifli, sorgulayan, aşık ama teslim de olmayan bir anlatım, masal gibi, sonra birden gerçeğe temas ediyor yakalamaya çalışıyor ve kaptırıp gidiyorsun.
Hani hüzün yakana yapışmıştır dünyanın anlamsızlığını vs. sorgulaya sorgulaya yürüyorsundur sonra yanından geçen arabadan bir çocuk dil çıkarır, büyü bozulur varoluşsal sorgulama yerle bir olur, gülersin, o hüzün yerini hafifliğe bırakır, okurken sürekli o hüzün ve dil çıkarma arasında dolanıp durdum.
Kitabın akışında her şey var; hüzün de, erotizm de, öfke de, teslimiyet de, bu kitabın bir rengi olsa şarap kızılı ve kırık beyaz olurdu sanırım.
“Bir dil kurmalıyız, sadece âşık olmak için değil yaşamak için de, sevişmek için de, dolunayı izlemek, parmaklarımızla dişlerimizi sökmek için de"
Bu cümleyi çok sevdim, bu dilin kurulabilmesinin ne kadar zor olduğunu kurulduğunda ise ne kadar büyük bir keyif olduğunu hatırlattığı için sanırım.
Yılanbalığı ve Gelinciğin aşkıyla tüm mış gibi aşklara meydan okumuş Latife Tekin.
Masalın gerçeğe değdiği, kahramanların sürekli yer değiştirdiği, sesin kime ait olduğunu kestiremediğim ama sesini sevdiğim bir kitap oldu Zamansız.