Şimdi adını unuttuğum, Suriye sınırına çok yakın Ermeni köyünü de unutamam. Antakya'da bir iki gün kaldıktan sonra, birkaç saatte varmıştık oraya. Birlikte yolculuk ettiğim arkadaş; bir Ermeni okulunda uzun süre Türk edebiyatı öğrettiği için, eski öğrencilerini görmeye gidiyorduk.
Herkes Türkçe biliyordu ama, köyün halkı da muhtarı da Ermeniydi. Konuştukları Ermenice, İstanbul'da konuşulana pek benzemeyen, kulağa daha hoş gelen, Ermenicenin başka bir türü gibiydi. Sadece meyve üretiliyordu o köyde. Meyve ağaçlarından oluşan bir cennetti orası. İncir rakısına meze ederek yediğim elmaların, armutların, şeftalilerin, kokularını da, tatlarını da hâlâ unutamadım.
Bize büyük yakınlık gösterdiler. Muhtar beni evinde konuk etti. Şişman olduğu kadar da sevimli kızıyla aynı odayı paylaştık. Şimdi, nerdeyse kırk yıl sonra, orası ne oldu bilemem. Ama salt Ermeni azınlığından oluşan bir köyü görmek çok ilginç gelmişti bana