Adem Baba girer... Sahnede bir elma ağacı,ağacın üstünde de "elma yemek yasaktır" yazılı bir tabela vardır. Adem baba buna rağmen bir elma koparır, tam ısıracakken, Havva girer...
HAVVA : Dur! Sakın yeme! O elmayı yemenin yasak olduğunu bilmiyor musun? Tabelayı görmedin mi?
ADEM : Hey Allah'ım, bismillah dedik, yasaklar başladı.
"Peki, santuru nasıl öğrendin?"
"Yirmi yaşımdaydım. Ta Olympos'un dibindeki köyümde açılan bir panayırda, santuru ilk kez dinlemiştim. Soluğum tutuldu o zaman. Üç gün ağzıma lokma koymadım. Tanrı ruhunu bağışlasın, babam: 'Neyin var, ulan?' diye sordu. 'Ben santur öğrenmek istiyorum.' 'Utanmıyor musun ulan? Sen Çingene misin? Çalgı mı çalacaksın?' 'Ben santur öğrenmek istiyorum. 'Vakti gelince evleneyim diye biraz para biriktirmiştim. Görüyorsun ya, çocukluk! Kanım kaynıyordu, bir de bir de o sersemliğimle evlenmek istiyordum! Neyim var, neyim yoksa hepsini verip bir santur satın aldım. Nah işte, şu gördüğün. Santurumu alıp Selanik'e kaçtım. Recep Efendi adında, santur hocası, meraklı bir Türk'ü buldum. Ayaklarına kapandım. 'Ne istiyorsun ulan, Rumoğlu?' diye sordu. 'Ben santur öğrenmek istiyorum!' 'Peki ama, neden ayaklarıma kapanıyorsun?' 'Sana verecek param yok da ondan!' 'Santura çok mu meraklısın?' 'Çok meraklıyım!' 'Peki ulan, otur, ben para falan istemem.' Bir yıl yanında kaldım. Öğrendim. Tanrı kemiklerini aziz etsin, şimdi ölmüştür. Tanrı, cennete soksun Recep Efendi'yi! Santuru öğrendiğimden beri başka adam oldum.
''Seni kinyas en son fransa'da görmüştüm. Paris'te. Ama kayra, seni en son ne zaman gördüğümü hatırlamıyorum. Neyse, önemli değil. Çok zaman geçti sonuçta görüşmeyeli. Paris'ten ayrılmamı biliyorsunuz herhalde. Zaten çok fazla anlatılacak bir tarafı da yok. Neden bana verdiklerini hala anlayamadığım o bursla, şu an ismini yanlışlık yapmamak için
Neden sonra sordum:
— Daha başka?
Zorba yine kemikli omuzlarını kaldırdı:
— Boş versene! dedi. Bana bir sigara verirmisin?
Verdim. Yeleğinden bir çakmak taşıyla fitil çıkarıp yaktı.
Gözleri hoşnutluktan yarı yumulmuştu.
— Evlendin mi hiç?
— İnsan değil miyim ben? insan kördür;
benden öncekilerin düştüğü çukura ben de yüzükoyun düştüm.
— Sen hiç savaşa gittin mi, Zorba? O, büzülerek karşılık verdi:
— Ne bileyim ben? Hatırlamıyorum. Hangi savaşa?
— Vatan için yapılan savaş, demek istiyorum işte!
— Sana bırak o lâfları demedim mi ben?
Geçmiş saçmalar, unutulmuş saçmalardır!
— Bunlara saçma mı diyorsun, Zorba? Utanmıyor musun?
Vatan için böyle mi konuşursun sen?
Zorba
Ulan, aşkından kebap olduğuma yanmam, bir de grip oldum be! Sal nezleni de Ahmet'ine! Gelen, senden gelsin yeter ki! Az mutluluk mu, bulunur şeref mi seni sevmek?
Can yücel, bir zamanlar babasının büyük isminden rahatsız. Ne dense orada burada konuşup duruyor. Yaşar Abi, bir gün ona diyor ki: ‘’Bak Can,sen babanı iyi tanımıyorsun,Ben senden daha iyi tanıyorum.’’
O sıralar Cumhuriyet gazetesinde çalışıyor Yaşar Abi. Hasan Ali Bey de emekli olmuş, yazılarını ona götürüyor. Oturuyor sohbet ediyorlar; çok