Hayat böyle bişey işte. Belki de ayrılıklarla az acılı ölüm provası yapıyoruz. Ne kadar çok ayrılık, o kadar hazırsın ölümün acısına.
Bu derin bir turku Müzeyyen 🎬
çok saçama yanlış algılanan bir şeye açıklık getirmek istiyorum.
Arkadaşlar neden
Tutunamayanlar kitabındaki Turgut karakterini bir aşık gibi lanse ediyorsunuz? sanki sevdiği kadından ayrılmış ve aşk acısı çekiyor gibi her yerde ona ait olmayan abuk sabuk saçma aşk sözleri dolaşıp duruyor. ya yeter işte bakın bunlar tutunamayanlar kitabında yok. diğer
"Ana rahminden çıkmamıştır roman kişileri; şu ya da bu sözcüğün itici gücünden ya da temel bir durumdan doğmuşlardır."
Milan Kundera'nın 1982'de tamamladığı 'magnum opus'u (en büyük eseri) gerçekten de öyle anılmayı hak ediyor, hatta biraz da abartılı söyleyecek olursak Albert Camus öldüğünden bu yana kıt'a Avrupa'sında yazılmış olan en
öyle bir çaresizlik ki bu
durmadan biz mahcup oluyoruz
her kötülük bizim onurumuza dokunuyor
hiçbir işe yaramayan bir iyilikle
birbirimizin içinde geçerek
-bir ölüm provası gibi-
susuyoruz, susuyoruz, susuyoruz.
Salamano’yu düşünüyorum. Varlığından mutsuz olduğu, dövdüğü, eziyet ettiği köpeği ondan kaçınca.. “ ben belki kaçtığını yorumluyorum, belki de kayboldu, ama köpekler sahiplerinden memnun olduklarında onları bırakmaz, kaybolsalar bile mutlaka evlerinin yolunu bulur geri dönerlerdi .. o yüzden kaçtığına dair inancım yüksek” Salamano’nun üzüntüsü…
"Sen öyle çağırmasan ben böyle gelmezdim."
Hiçbir kitabın ağırlığı altında böyle ezilip incelemesini yapmak için bu kadar cesaretsiz hissetmemiştim sanırım. Nazan Bekiroğlu Hanımefendinin kalemiyle tanışma vesilem oldu Nar Ağacı. Kitaba seyahatname desem olmayacak, aşk romanı desem az kalacak, tarihi bir roman desem eksik olacak,
Hepimiz acemisiyiz ölümün, provası yok. Ama ben istiyorum ki ölüm yaz yağmuru gibi hafif, düş bozumu gibi ani olsun. Tıpkı çocukluğumda annemin akşam oldu diye oyunun en keyifli anında eve çağırması gibi çağırsın beni.