Sevdiğin birinden iki şekilde ayrılırsın bir, onu çok severek bir de ondan nefret ederek ama bunu seçmek senin ellerinde. Onu nasıl tanıdığın gibi mesela, ona hak ettiği değeri verip vermemen gibi mesela...
Peki ya bu insan senin en nefret ettiğini zannedip te en yakının olansa ya o insan seni kalbinde gizli ve kimseye açamadığı kapalı bir kutu olarak saklıyorsa ya o senin için kendi hayatından vazgeçecek kadar değerli biriyse...
Bu hayatta bazen hatalar yaparız, evet bazılarını telafi ederiz ama en kötüsü ya birini haksız yere ömür boyunca cezalandırdıysak, ona Acımadıysak ve sonunda yaptıklarımızı telafi etmek için son şansımızı da ön yargılarımız yüzünden kaybettiysek..
Biz insanoğlu ne yazık ki farklı varlıklarız. Mesela birinin anlattıklarına hemen inanıp kulaktan dolma bilgilerle başka biri hakkında kesin hüküm verebiliyoruz, sonra da pişman oluyoruz. İşe bu kitabın da gerçeği bu.
Kitabı okurken sanki aynaya bakıyormuşum gibi hissettim. Acımayan da nefret eden de ön yargılı olan da ve sonun da pişman olan da bendim sanki. Okurken acımadım ne kadar kötü biri dedim, sonra anladım, sevdim, sevince acıdım, acımayı öğrendim. Yürek ne kadar katı olsa da her zaman herkesin 2. bir şansı hak ettiğine karar verdim ve kendimi eleştirdim. Ben nasılım dedim. Ben nasılım? Zehra gibi miyim, noksanlarımdan biri de acımayı bilememem mi ön yargılarımı hala kıramam mı.
İşte Reşat Nuri Güntekin'in yine yüreğimizin en derin ve en karanlık yerini bile aydınlattığı bir eseri daha...