"İnsan başkaldıran yaratıktır derler. İnsan doğanın ya da geleneğin kurulu düzenine karşı ayaklandığı an insan olmuştur, insanlığını da hep yeni baştan başkaldırdıkça sürdürebilir..."
Zincire Vurulmuş Prometheus Aiskhylos (..önsözden..)
Bilgi çağından bilinç çağına geçiş insanın kendini tanımasıyla başlar. Kendini tanımak süreci ise "sanal sevgi" den "gerçek sevgi" ye doğru uzanan köprünün inşasıdır.
Sayfa 8 - Kuraldışı Yayıncılık, İstanbul 1997Kitabı okudu
Modern insan duygularını göstermemeyi güçlü olmak sanıyor. Yaşamın her alanında kukla gibi yönetiliyor. Ölü gibi yaşıyor. Ama yönettiğini ve yaşadığını sanıyor.
Yeni dünyanın "cesur" içi boş insanı uygarlığı teknolojik gelişmeyle tarif ediyor. Geliştirdiği robotlar kadar kendisini robotlaştırdığının farkında olmadan. Aklı baş tacı eden insan, yüreğinden, ruhundan uzaklaşıyor. Bu uzaklaşma bireyi kendinden koparıyor, sağlığından ediyor. İnsanlarla sıcak ilişki kurabilme kapasitesini, yakınlaşma yeteneğini köreltiyor. Ve her türlü teknolojik oyuncaklarla donanmış insan "kozmik yalnızlık" çekiyor.
Günümüz modern insanı toplu şizofreni, toplu nevroz yaşıyor. Bu nevrozun ürettiği endişe duygusunu da, ilaçlarla, uyuşturucularla, alkolle, TV ile, sahte ilişkilerle uyutmaya ve avutmaya çalışıyor. Daha fazla şeylere sahip olursa endişeden kurtulacağını sanıyor. Ama içindeki boşluğu bir türlü dolduramıyor, dolduramıyor.
Kendini tekrar ederek, bu kez farklı sonuç alacağı yanılsamasından bir türlü kurtulamıyor.
Modern insan mutsuz, doyumsuz ve korku dolu. Kendine yabancılaşmış, yalnız ve endişe dolu.
Sayfa 7 - Kuraldışı Yayıncılık, İstanbul 1997Kitabı okudu
İnceleme yerine kısa bir tanım.
"Ataol Behramoğlu'nu, savaş, barış ve sevda şairi olarak adlandırmak çok yerinde olacaktır. Ömrünce yüreğinde yaşadığı umutları da bir gün mutlaka gerçekleşecektir."
(Anar, Ataol Behramoğlu'nun Azerice' de yayımlanan "Yaşamak insan Kalarak" -Bakü, 2005, kitabına önsözden,- Nisan 2005)
Cengiz Recai serisinin tüm kitaplarını sırasıyla okumaya çalışırken yeni bir basımı olduğunu fark ettim. Benim okuduğum, Beyaz Cehennem ve Kral Faruk’un Elmasları kitaplarından önce yazılmış bu eser ilk kez basılmış. Önsözden anladığım kadarıyla bulunmayan başka Cingöz Recai serileri de olabilir. Bu durum beni hem sevindirdi hem de seriyi sırayla okumak istediğim için okumaya devam etsem mi diye tereddüte düşürdü. Yine de kesin bir bilgi olmadığı için okumaya devam edeceğim, bir yandan da yeni basımlarını bekleyeceğim. Bu kitaba gelirsek serinin diğer kitaplarından biraz farklıydı; Cingöz Recai fazla saklanmak zorunda kalmadığı için kafa değiştiren kılık değiştirmeleri yoktu, bu da anlam karışıklığını önledi. Ayrıca bir cinayetle başlayan kitapta cinayetin çözülmesi süreci Cingöz Recai ve Mehmet Rıza ile devam etti. Avukat Fazıl’ın Belkıs’la nikahından sonra evinin banyosunda bulunan cesedinin incelenmesiyle, cinayetten önce bir süredir bahçede dolaşan siyah pervaneler ve duyulan baykuş seslerinin esrarı da çözüldü. Bu kitapta Cingöz’ün yardımcısı Necla karakteri var. İkisi birlikte cinayeti çözmeye çalışırken polise de yardımcı oluyor. Sadece kitabın başında, eli kolu bağlanan Belkıs karakterinin elini çözmeyi başardıktan sonra ayağını çözmeye çalışmayıp da bir tuğlayı fırlatıp ses çıkararak yardım istemesi çok mantıksızdı.
Hırsızlık değil de cinayeti konu alan bir dedektif romanıydı. Bu da benim için daha keyifli bir okuma deneyimi oldu ama Cingöz varken hırsızlık olmayınca da bir eksiklik oldu.