Bir boş yelken gibidir muhayyilem sahilde
alır gider dalgalar eser doldurur rüzgar
sonra görünmez olur oturduğum kayalar
masal gibi yaşarım zaman-ı evailde
Bay Hüseyin Namık Orkun, Varlık mecmuasında (sayı139, s. 244/46) Dede Korkut hakkında bir yazı neşretti. Muharririn, benim çıkardığım kitap hakkında bu iki sayfalık tenkidinde pek orijinal hatalara işaret edilmiştir. Bu satırların mahiyetini teşrih etmeyi kendim için bir müdafaa hakkı değil, bir vazife saydım. Çünkü henüz Türkçe ifadeden aciz, okuduğunu anlamaktan aciz kimselerin yazılarına geçer bir meta gibi rastlamakta olmamız, ciddi okuyuculara karşı hürmetsizlik teşkil edip durmaktadır. Hüseyin Namık Orkun’un, Dede Korkut’un bütün hatalarını böyle kısa bir makalede bir araya getirmeye asla imkan bulmamasına mukabil, ben onun bu perişan satırlarında bütün ilmi hüviyetini meydana koymak gibi büyük bir cüret göstereceğim. Umumi ve yüksekten atılmış birtakım hükümlerin arkasına sinerek pehlivan imzanın çürük ve beceriksizce tabiyesini kullanacak değilim. Tenkidi ve gösterilen hataları kendisi ve okuyucularla birlikte satır satır bir daha tekrarlayarak bu yazının acınacak vaziyetine merhameti celbe çalışacağım.
MARAŞ TÜRKÜSÜ
Uy Maraş sılaya nice varayım
Açılmaz kapılar çalıp durayım
Yarimi bulmadım kimden sorayım
Uy Maraş,Maraş da bu nasıl Maraş
Kara gözlerinde yaş,bağrında ataş
Maraşın gölleri ördektir,kazdır
Atsız'ı sık ziyaret edenler arasında Yücel Hacaloğlu da vardır: "Liseyi bitirince 1955 yılında İstanbul'a gitmiştim. İlk ziyaret ettiğim kişi Atsız'dı... Atsız'la 1970 yılına kadar, en az haftada iki gün Süleymaniye Kütüphanesi'nde ve ayda bir iki defa da Maltepe'deki evinde buluşurduk. Bu buluşmalarda çeşitli kesimlerden gençler, üstat şahsiyetler, şairler, edipler bulunurdu. Orhan Şaik Gökyay'ı, Prof. Dr. Zeki Velidî Togan'ı, Dr. İzzeddin Şadan'ı, Tahsin Demiray'ı, Çağatay Uluçay'ı, Yılmaz Öztuna'yı, Prof. Dr. Osman Turan'ı, Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu'nu, Prof. Dr. Faruk Sümer'i, Prof. Dr. Mükrimin Halil Yınanç'ı, Prof. Dr. Abdülkadir İnan'ı, Nihad Sâmi Banarlı'yı, Mahir İz'i, Necip Fazıl'ı onun yanında görmüş ve tanımıştım." (Hacaloğlu; Körüklü-Yavan 2000: 163).
1920'lerin son yılları. Yüksek Muallim Mektebi'nden beş talebe ileride dizinin dibinde çalışmayı da hesaba katarak/umarak, şöhreti genç yaşta âfâkı tutmuş Fuat Köprülü'nün Darülfünun’daki odasına gidiyorlar. Abdülbaki Gölpınarlı, Pertev Naili Boratav, Kara Ziya (Ziya Karamuk), Orhan Şaik Gökyay, Nihal Atsız.
Hangi dilleri bildiklerini soruyor üstad. Kimi İngilizce kimi Fransızca diyor. Orhan Şaik hocanın bildiği herhangi bir yabancı dil yok ama menfi cevap verirse reddedilir korkusuyla Almanca diyor... Bir ay sonra herkese tercüme etmek üzere beyan ettiği yabancı dilden bir makale. Orhan Baik Bey'e de Schacht'ın fıkıhla ilgili Almanca bir makalesi isabet ediyor.
"Almancayı ve müellifin adını bilmediğim bir tarafa fıkhı da bilmiyorum. Yollara düştüm, gecemi gündüzüme kattım, hocalara sordum sözlüklere baktım, makaleyi tercüme ederek teslim ettim. İki ay sonra yine tercüme edilmek üzere Almanca bir makale daha vermesinden anladım ki hoca tercümemi beğenmiş! Almancayı öğrenmeye öyle başladım. Sonra Ahmed Paşa Divanı, sonra Kutubnâme. İkisi de yazma. Tez olarak bir Arap şairinin divanını çalıştım. İsmail Saib (Sencer) Efendi'ye, Şerafettin Yaltkaya'ya taşındım durdum. Arapçayı da böyle öğrenmeye başladım. Diğer arkadaşlarım da öyle. Bizi böyle yetiştirdi.
Sonradan bazı sözler çıktı: 'Köprülü talebelerini istismar etti, onları çalıştırdı, kendi adıyla kitap yazdı' filan. Çocuklar, ben onun istismar ettiklerinden yani yetiştirdiklerinden biriyim. Keşke daha çok istismar etseydi!"