Korkak adımlar, inandırılmış bir sonsuzluk, gittiğin yolu bilmemek...
Yaratılan idealler ya da bizlerin yaşantıları değil bu dünya. O bizden ibaret değil, biz ondan ibaretiz.
Aramızda bilinçten kurulu bir köprü var ve kendimize ait sandığımız sınırsız bir aitlikten ibaret bu olgu kendine şekil veriyor. Neden hâlâ ölüm ve özgürlük sorgulanıyor? Oysa her ikisine dair yaratılan her bir ütopya yalnızca onları yok ediyor.
Zor soruların ağırlıklarını boşluğa salıvermek kolay olan, akıl sağlığın için bazı şeyleri düşünme çünkü cevap yok diyorlar. Bense biliyorum ki, yalnızca duvardaki bir başka tuğladan ibaretim. Ve istesem bile kılımı dahi kımıldatamazken halen duvar benim yüzümden yıkılır diye korkuyorlar. Beni korkutansa yalnızca, asla yıkılmayacak oluşunun gerçekliği. Temelleri o kadar derinlerde ki, ardımda milyarlar var. Onlarsa hâlâ ya eklenen yeni bir tuğla parçası bir milim saparsa diye tir tir titriyorlar
Ama ben, yaşamak istiyorum. Tüm acılarıyla.
Yaşatmak istiyorum. O duvar dağılıp gitsin istiyorum ama attığım her adım ona daha da güç veriyor. Kendime ait sandığım her şey yalnızca onun yıkılmazlığı için yepyeni dayanaklar oluşturuyor. Bu sinirsel bağlantıların tek bir tanesi bile oluştukları andan itibaren bana ait değiller. Hiçbir zaman kabul etmediler sahipliğimi ve asla da etmeyecekler.
Bense kendimi arasında yitirdiğim o duvar bana ne denli sahipse onlara o kadar sahip olabilme arsuzusuyla yanıyorum. Amansız, umutsuz ama istiyorum.
Duvar istiyor.
Yitiyorum.