Pahom ölmüştü! Başkirlerden ona acıdıklarını ifade eden “cık cık cık “ sesleri duyuluyordu. Uşağı, küreği eline aldı ve Pahom’un sığabileceği genişlikte bir mezar kazıp onu gömdü. İhtiyaç duyduğu toprak, başından topuklarına kadar uzanan yüz seksen santimlik bir topraktı sadece.
"İşte 'Evrenin Dili'ni kavrıyorum," dedi ve bu dünyada her şeyin bir anlamı var, atmacaların uçuşuna varıncaya kadar. Bir kadına duyduğu aşk için, içinde derin bir minnet hissetti: "İnsan sevince," diye düşündü, "nesneler daha çok anlam kazanıyor."
Evrenin saf diliydi bu, herhangi bir açıklamaya gereksinimi yoktu, çünkü Evren'in sonsuz zamanda yoluna devam etmek için hiçbir açıklamaya gereksinimi yoktu. Delikanlı o anda, hayatının kadınının karşısında olduğunu kızın da hiçbir söze gerek duymadan bunu bildiğini biliyordu.
Ve Aşk’tı bunun adı, insanlardan da çölden de daha eskiydi, tıpkı kuyunun yanında bu iki bakışın buluşması benzeri, iki bakışın buluştuğu her yerde, her zaman aynı güçle ortaya çıkardı.
Belki de genç kız unutmuştu onu. Yün satmak için oraya uğrayan bir yığın çoban vardı. “Pek önemli değil,” dedi koyunlarıyla konuşurken. “Ben de başka yerlerde başka kızlar tanıyorum.”