“Yaşamak şakaya gelmez,
büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın
bir sincap gibi mesela,
yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,
yani bütün işin gücün yaşamak olacak.
Yaşamayı ciddiye alacaksın,
yani o derecede, öylesine ki,
mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda,
yahut kocaman gözlüklerin,
beyaz gömleğinle bir laboratuvarda
insanlar için ölebileceksin,
hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,
hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,
hem de en güzel en gerçek şeyin
yaşamak olduğunu bildiğin halde.
Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,
yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin,
hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,
ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,
yaşamak yanı ağır bastığından..”
Önce “canım” dedi sonra canımı da kendini de alıp gitti. Yalnızlığımın ortasında kavrulduğum saatlerdeyim. Tek bir şey soracağım sana. İçerilerde bir yerlerde benim “cancağızım” duruyor mu? Nolur bir işaret ver. Çok yoruldum..
“-Ne yapmalı Olric?
-Özür dileyin efendimiz. Onu ondan çok sevdiğiniz için, onu ondan çok düşündüğünüz için, yeri geldiğinde size minnettarken, yüzünde tebessüm varken unuttuğu için, kendinden korkup sizi sevmediği için, bunca sevgiye rağmen hala kaçtığı için, yabancı bakışlarla bakmayıp yüreğinizin en derininden gelen sevgiyle onu sevdiğiniz için, canınızı bu kadar yaktığı için özür dileyin efendimiz.
-Ama Olric?
-Dinleyin! Hata sizde efendimiz..
-Özür dilerim ey yâr gönül tahtıma seni sultan eylediğim için. Affet beni diğerleri kadar basit sevemediğim için..”